İşte biz bu duruma halk arasında “takıntı” diyoruz. Ama bu basit bir alışkanlık ya da titizlik değil. Bu, zihni esir alan bir hastalık: Obsesif Kompulsif Bozukluk, yani kısaca OKB.
Takıntı hastalığı; zihne musallat olan istenmeyen düşünceler (obsesyonlar) ve bu düşünceleri bastırmak için yapılan tekrar eden davranışlarla (kompulsiyonlar) kendini gösteriyor. Elini defalarca yıkayanlar, kapıları sürekli kilitleyip tekrar kontrol edenler, simetri bozulduğunda içi daralanlar… Hepsi aynı içsel savaşın farklı cephelerinde savaşıyor.
Bu hastalık çoğu zaman dışarıdan “abartı” gibi görülür. Ama aslında kişinin kendi içindeki kontrol kaybının dramatik bir yansımasıdır. Sadece düşünceleri değil, hayatın akışını da yönetir hale gelir. Çünkü kişi sürekli tetiktedir. Aklında hep “ya şöyle olursa, ya böyle olursa” soruları döner durur. Ve beyin, o bitmek bilmeyen döngüde sıkışıp kalır.
Toplumda “takıntılı” olmak çoğu zaman romantize edilir: “Aşkta takıntılıyım”, “temizlik takıntım var” gibi ifadelerle… Oysa gerçek OKB hastaları bu ifadeleri duyunca içten içe acı çeker. Çünkü bu, onların günlük yaşamlarını altüst eden, ilişkilerini zedeleyen, özgürlüklerini ellerinden alan ciddi bir psikolojik rahatsızlıktır.
Peki çözüm var mı?
Elbette var. Psikoterapi (özellikle bilişsel davranışçı terapi) ve bazı durumlarda ilaç tedavisi, OKB’yi kontrol altına almada oldukça etkilidir. Ancak en büyük iyileşme, bu hastalığın fark edilip utanılacak bir şey olmadığının bilinmesiyle başlar.
Unutmayın, OKB bir kişilik özelliği değil; tedavi edilebilir bir hastalıktır. Sevdiklerimize “takıntılısın” demeden önce bir durup düşünelim. Belki de onlar, kendi içlerinde görünmez zincirlerle boğuşuyordur.
Ve sen… Evet, zihninde her şeyi kontrol etmeye çalışan güzel insan… Her şey senin sorumluluğunda değil. Bazen akışına bırakmak da bir zaferdir. Unutma: Sen sadece düşüncelerinden ibaret değilsin.







YORUMLAR