Birçoğumuzun çocukluk hafızasında yeri vardır o turuncu-beyaz çizgili sevimli balığın: Nemo. Okyanusun dalgaları arasında kaybolan küçük bir kahraman olarak tanıdık onu. Ama belki de onun asıl kahramanlığı, doğasına aykırı gibi görünen o derin yalnızlığı seçmiş olmasındaydı.
Son günlerde deniz biyologlarının ortaya koyduğu dikkat çekici bir gerçek, tüm insani ilişkilerimize de ayna tutar nitelikte: Nemo balığı olarak bildiğimiz palyaço balıkları, kendi türlerine uzun süre tahammül edemiyor. Evet, yanlış okumadınız. Bu sevimli yaratıklar, tıpkı bazı insanlar gibi kalabalıklar içinde yoruluyor, geriliyor ve sonunda yalnızlığı tercih ediyor.
Bazı türlerin doğası böyledir. Kalabalık, onlar için konfor değil bir karmaşadır. Nemo da onlardan biri. Diğerleriyle bir arada olmak, rekabeti, çatışmayı, hatta kimi zaman hayatta kalma savaşını beraberinde getiriyor. İşte bu yüzden, birçok palyaço balığı, bir süre sonra kendi türlerinden uzaklaşıp deniz anemonunun kollarına sığınıyor; sessizliğin, sakinliğin ve bireyselliğin peşine düşüyor.
Aslında bu durum biz insanlara pek de uzak değil. Kalabalıklar arasında yalnız hisseden, gürültünün içinde sessizliğe özlem duyan, “başkalarıyla olmak” yorgunluğundan kaçıp kendine dönen ne çok insan var… Belki de palyaço balıkları, o rengârenk dış görünüşlerinin ardında, hepimize şu soruyu fısıldıyor: Yalnızlık gerçekten kötü bir şey mi, yoksa bir tercih mi?
Toplum olarak “birlikte olmak” fikrini yücelttikçe, birey olmanın, kendiyle kalabilmenin değerini unuttuk. Oysa belki de bazen, uzaklaşmak sağlıklıdır. Bir durup soluklanmak. Kendi sesini yeniden duymak. Kalabalıktan sıyrılıp bir köşede nefes almak…
Nemo balıkları bize bunu hatırlatıyor. Belki de en çok ihtiyacımız olan şey, bu küçük deniz canlısının sade ama derin tercihinde gizli: kendine yetebilmek.
Kim bilir, belki yalnızlık, sanıldığı kadar korkulacak bir şey değildir. Belki de denizin en derin yerinde, en çok huzur yalnızlıktadır.







YORUMLAR