Tarih yapraklarını çevirdiğiniz, kaynaklara baktığınız, eserleri tenkit ruhu ile metodolojiye uygun olarak okuyabildiğiniz zaman, aynı kökten gelen ve birbiriyle akraba olan kültür ailelerini tanıyabilirsiniz. Yanlış karar vermez, yanılgıya düşmez, yanlışın doğru olduğunu iddia etmezsiniz. Tarihte yapılan yanlışlıkları görür, doğruların yanında yer alır ve geleceğinizi ona göre biçimlendirmeye çalışırsınız. Çünkü tarih size hiçbir zaman yalan söylemez. Prof. Dr. İbrahim KAFESOĞLU Türk Milli Kültürü adlı yapıtında:
“Orta Asya’ da Gök-Türk Devleti’nin 630 yılında fetret dönemine girmesi üzerine, Hazarlar gibi Bulgarlar da idarelerini kendi ellerine alarak Balkan’larda ve Doğu Avrupa’ da “Büyük Bulgar” devletini kurdular. Devlet kurucusu başbuğ Kourt (=Kurt) veya Bizans kaynaklarında Kobratos (=Türkçe kobratmak, derlemek, toplamak), Doulo adındaki hükümdar sülalesine mensuptu. O dönemin tarihçisi O. Pritsak’a göre bu hanedan ta Muton (=Mete)’dan beri Hun Tanhularını yetiştiren ünlü T’u-ko (=Tu-ku, Doulo) ailesidir.
Kourt’un dağınık Oğur (Oğuz) kabile birliklerini birleştirerek siyasi teşkilat meydana getirdiği ülkesine Büyük Bulgarya (Magna Bulgaria) deniyordu. Kourt’un ölümünden sonra parçalanan devletin çoğunluğu Otuz-Oğur olan insan kütlesi kuzeye çekilerek İtil Bulgarları adıyla anıldı. Kourt’un oğullarından Bat-Bayan Hazarlar’a tabi olarak Macarların ve On-Oğur Bulgarlarının başında Kafkasya’daki yurtta kaldı. Kourt’un diğer oğlu Esparuh kalabalık Bulgar kütleleriyle Tuna Nehri boylarına ve Balkan’lara göç ederek, elverişli toprakları da zapt edip bu günkü Bulgarların ataları olarak Bulgar Devleti’ ni kurdu. Avrupa’ya göç eden oymaklarla beslenemedikleri gibi otokton halkın çoğunun ve etraflarındaki devletlerin Hıristiyan toplumlarlardan oluşmasından dolayı kültürel benliklerini yitirerek Hıristiyanlığı kabul etmişler ve asimile olmuşlar, Slav-Bizans kültür çevresine girmişlerdir.
Kafkasların kuzeyinde ana yurtta kalan Kourt’un torunları İtil (Volga) Bulgarları adıyla Moğol istilasına kadar 5,5 asır yaşayacak olan devletlerini kurmuşlardı. Ataları Hun’lara özgü sağlam bir devlet teşkilatı kurmaları, ziraata elverişli toprakları değerlendirebilen mahir çiftçiler olmaları, aynı zamanda ticaretten de çok iyi anlamaları, verimli toprakları yanında ormanları, hayvancılığı, dericiliği (Bizans’a kadar namı yayılan “Bulgari” sahtiyanı=deri işlemeciliği= meşhurdu), kürkçülüğü ile sağlıklı varlık göstermişlerdi. Türk toplulukları çabuk bir araya gelip devlet kurdukları gibi, gerek iç mücadeleler ve gerekse otlak darlığı ve fetih arzusu vb. gibi nedenlerden dolayı devletlerinin yıkılmasına neden olmamak için birçok oymak ve boy ülkelerini terk etmişlerdir. Kafkasya’nın kuzeyinde İtil Bulgarları Devletini kuran Kourt’un torunları yukarıda ifade ettiğim nedenlerden dolayı Kafkasya’yı aşarak Bizans Devleti’nin hakimiyetinde bulunan Anadolu’nun doğusuna, oradan da Orta Anadolu’ya doğru yayılarak yerleşmişlerdir.
Ticari ilişkiler nedeniyle İslam Dini ve kültürünün yayılmaya başladığı ülkede Bulgar Hanı ALMIŞ HAN Müslümanlığı aslından öğrenmek istediğini Bağdat’taki Abbasi Halifesi El-Muktedir’e bildirir. Halifenin gönderdiği din adamları ile mescit inşası için mimarlardan kurulu bir heyet 921-922 yıllarında Bulgar şehrine gider. Heyet başkanı ünlü Arap seyyahı ve yazarı İbn-i Fadlan seyahat notlarında Türk oymakları Bulgarlardan başka Oğuzlar, Peçenekler, Başkırtlar, Hazarlar ve Slavların da devleti oluşturan kütleler arasında bulunduklarını yazmaktadır. Kourt’un torunları İslam Dini’ni kabul etmekle Doğu Avrupa ve Kafkaslarda Türk-İslam kültürünün temsilcisi oldular. Ülkenin her yerinde yerleşim birimlerine cami ve mescitler yapıldı, kadılıklar kuruldu (12. yüzyılın 2. yarısında Bulgar kadısı Yakup b. Nôman en ünlüleridir.), diğer İslam ülkeleriyle her alanda iletişim geliştirildi ve oluşan bu Türk-İslam kültürü devletin çöküşünden sonra da devam etti”.
Kurucularından dolayı Bizans kaynaklarında Kobratos veya Kourt, Hun ve Sasani kaynaklarında Kurt, Arap kaynaklarında Kürt olarak geçen İtil (Volga= Mağna Bulgaria) Bulgar Devleti’nin mazisi ve uzantısını sizlerle paylaştım. Ulu Önder Atatürk’ ün “ Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır” “Diyarbakırlı, Trakyalı, Erzurumlu, İstanbullu, Makedonyalı hep bir ırkın evlatları, hep aynı cevherin damarlarıdır. Bu damarlar birbirini tanısın! Bu dediğim şey olduğu zaman başka bir alem görülecek ve alem dünyaya hayret verecektir…” dediği gibi düşünüyorum.







YORUMLAR