Hayatın telaşında, rutinin donuk adımlarında, bir an dururuz bazen. O an, ne bir görüntüye, ne de bir kelimeye sığar. Bir şarkı duyarız, bir koku gelir burnumuza ya da bir sokağın köşesi geçmişten usulca seslenir: “Onu özledin, değil mi?” İşte o an başlar içimizdeki kıyamet.
Kalbin Uzaklara Yazdığı Mektuplar
Özlemek, kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir duygudur. Ne kadar anlatırsan anlat, tam tarifini bulamazsın. Çünkü özlem, herkesin yüreğinde ayrı bir melodiyle çalar. Bir annenin evladına duyduğu özlemle, sevdiğini kaybeden birinin iç sızısı aynı değildir. Ama ikisi de geceleri sessizliğe boğan, gündüzleri gülümsemeyi yarım bırakan bir sızıya dönüşür. İnsan kimi özlediğini bilir, ama neyi daha çok özlediğini fark edemez. Sesini mi, kokusunu mu, yoksa onunla olduğun hâli mi?
Özlem, Güçlülerin Taşıdığı Yüktür
Hissetmek cesaret ister. Özlemek ise bunun da ötesinde bir sabır sınavıdır. Her gün yeniden yanar gibi, ama yanmadan durmayı öğrenmektir. Güçlü insanlar özlemeyi bilir. Çünkü onlar, yoksunlukla dost olmayı da öğrenmişlerdir. Özlem bir zayıflık değil, bir bağlılıktır. Gidemediğine, söyleyemediğine, sarılamadığına duyulan derin bir bağlılık… Ve çoğu zaman en çok da “orada olsaydı şimdi ne güzel olurdu” cümlesinde yankılanır.
Özlemek Geçmez, Alışılır
Zaman her şeyi iyileştirir derler. Ama özlem, ne geçer ne de biter. Sadece şekil değiştirir. Bir zamanlar her gün aradığın ses, artık iç sesin olur. Bir zamanlar birlikte yürüdüğünüz yolda, şimdi yalnız yürürken bile iki kişilik düşünürsün. Özlemek, hatıraların canlı kalma biçimidir. Ve bu yüzden, en sessiz anlarda bile içini en çok bağırtan duygudur.
Özlemek de Sevmek Gibidir, Saklı Kalır Ama Hep Vardır
Özlemek; ne susmakla diner, ne anlatmakla hafifler. Bazen bir tebessümde, bazen gözden kaçan bir damlada kendini gösterir. Ama hep vardır. Birinin ismi geçtiğinde gözünün dolması, eski bir fotoğrafta gülümsemekle ağlamak arasında kalmak, bir şarkının ortasında nefesini tutmak…







YORUMLAR