Dünyanın en geniş imparatorluklarını ve çok sayıda devlet kuran atalarımız büyük ölçüde, yüzyılın gerekleri ve normlarına göre her alanda yüksek bir medeniyete ve yaşam biçimine sahip olmuşlardır. Demir işleyiciliği ve madencilikte olduğu gibi giyim, kuşam, yaşam ve ev gereçleri vb. gibi kültür öğelerinde de o zamanın komşu devlet topluluklarına giyim kültürü ihraç eder konumdaydılar.
“Eski Türklerin giysi kültürü, o zamanın koşullarında sağlıklı, gözde dikişli ve modern görünümlü giysilerden oluşurdu. Kullandıkları malzemelerinin başlıcaları koyun, kuzu, tilki ve sansar derisi ile koyun, keçi ve devetüyünden yapılmış mamuller idi. Eski Türkler bez dokurlar, giysileri için kendir yetiştirirlerdi. Kış koşullarından dolayı yün kumaş ve bezden iç çamaşırı giyerlerdi. Ülke dışına da yünlü kumaş ve aplike süslü keçeler ihraç ederler, Çin’ den de ipekli kumaşlar ithal ederlerdi.”
“Romalılar keten gömlek giyildiğini ilk defa Hun’larda görmüşlerdi. Hazar Hanedan kızı Çiçek’in Bizans sarayına gelin gittiği zaman giydiği Türk tipi İmparatoriçelik elbisesi Çiçekion (çiçek adından dolayı) markasıyla Bizans merkezinde moda olmuştu. Bozkırların tipik elbisesi “ceket-pantolon” idi. At üzerinde rahat hareket edebilmek için ancak böyle giyinilebilirdi” diye Türk giysi kültürü güzelliğimizi anlatan Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu; Kaşgarlı Mahmut’un “Divan-ı Lügat-ı Türk” adlı eserinde atalarımızın elbiseleri için “ü t ü ” bile kullandığını da ayrıca belirtmektedir.
Türk Milli Kültür Tarihi verilerine dayanarak yukarıda belirttiğim gibi bu günkü modern giyinmenin ilk tipi olan bu bozkır tarzı giysi kültürü, Çin’de M.Ö. 4. asırdan, Avrupa’da M.S. 5. asırdan ve Bizans’ta ise 6. asırdan itibaren Türk usulüne göre yapılan askeri reform sonucunda tüm dünyaya yayılmıştır. Başka topluluklar kopça kullandıkları halde, Türkler düğme kullanırlar ve ceketlerini Çinliler ve Moğolların aksine sola açarlardı. Süslenmek için bir nevi kırmızı boya (ruj) kullanan ve saçlarına güzel kokular süren Türk kadınlarının eskiden beri gergef işledikleri, Bizanslı gezgin Priskos’un kaydından da anlaşılmaktadır.
Mevsim koşullarına göre soğuk ve sıcak havalarda ayrı ayrı giyilen pelerinler de kullandıkları anlaşılan atalarımız, ayaklarına “Çizme”, başlarına da “börk” giyerlerdi. Eşraftan ileri gelenler, makam ve mevki sahipleri, daha çok başlıklarının daha uzun ve gösterişli olmasından tanınırlardı. Hunlar, Göktürkler, Uygurlar, Avarlar, Hazarlar, Oğuzlar ve Bulgarlara ait tarihi kaynaklara göre genellikle sakallarını kestiren erkekler uzun kesilmiş saçlı ve bıyıklı idiler. Günümüzde olduğu gibi binek aracından inmek, börk ve başlıklarını çıkartmak saygı belirtisi olarak davranış boyutuna taşınmıştı. Hun adeti olarak, gelenleri karşılarken dizlerinden birini yere koymak suretiyle selamlamak yaygın bir gelenek halinde idi.
Giysi kültürü yanında toplum içinde çok maharetli marangozlar, tahta oymacıları, masa, sandalye, koltuk ve dolaplar yapan ustalara, halıcılara, kilimcilere, debbağlara, çizmecilere, çorapçılara, börkçülere, dokumacılara ve terzilere her yerleşim biriminde rastlanırdı. Tarih sahnesine çıkıldığından beri atalarımız, evlerinde karyola ve pencerelerinde perde kullanıyorlardı. Çok çeşitli toplumların etkisinde kalarak dejenere edilen Türk giysi kültürümüz 03 Aralık 1934 tarihinde çıkartılan Kıyafet Kanunu ile esas temelleri üzerine tekrar oturtulmuş oldu.
Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz. Gelmişiz dünyaya, medeniyet neymiş öğretmişiz, üretmişiz ve ihraç etmişiz diye düşünüyorum.
YORUMLAR