6 Şubat 2023, Türkiye için bir milat oldu. Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesinde başlayan, büyüklüğüyle her geçen dakika yıkıcı etkilerinin arttığı, Adıyaman, Hatay, Gaziantep, Şanlıurfa, Diyarbakır, Malatya ve birçok şehri etkisi altına alan o dehşet verici deprem, yalnızca bir doğa olayı değil, hepimizin derinden sarsıldığı, geleceğimizi sorguladığımız bir dönüm noktasıydı.
Köklerimizi Sarsan Acı
O gün, saatler ilerledikçe duyduğumuz her bir haber, içimizi daha da yaktı. Saatlerce, günlerce, haftalarca devam eden arama kurtarma çalışmaları, binlerce insanın hayatını kaybetmesine, hayatta kalanların ise büyük travmalar yaşamasına yol açtı. Yıkılan binalar, çocuklar, yaşlılar, anneler, babalar… Her biri birer acı simgesine dönüştü. Bir anda sevdiklerimizi kaybetmek, her şeyin ne kadar kırılgan olduğunu görmek, evlerimizin, iş yerlerimizin, şehirlerimizin yerle bir olması… Depremin acımasız gerçekliği, yaşamı yeniden değerlendirmemize neden oldu.
Ancak bu felaket sadece binaların değil, aynı zamanda toplumun da sarsıldığı bir sınav oldu. Yardımseverlik, dayanışma, afet bilinci, halkın devletle el birliği içinde oluşturduğu güç… Deprem, insanların birlikte hareket etme kabiliyetini de gözler önüne serdi. Ancak, tüm bu dayanışmanın yanında, büyük sorular da gündeme geldi.
Yapısal Sorunlar ve İhmal
6 Şubat depremi, Türkiye’deki yapılaşma sorunlarını bir kez daha gün yüzüne çıkardı. Birçok binanın çürük, sağlam olmayan malzemelerle inşa edilmesi, imar affı uygulamaları, yerel yönetimlerin sorumluluklarını yerine getirmemesi, modern inşaat tekniklerinin yokluğu… Bunlar deprem sonrasında hep konuştuğumuz ve hala tam anlamıyla çözülmeyen sorunlar. Deprem öncesi ve sonrası arasında ne yazık ki büyük bir fark vardı. Elbette, felaketten sonra yapılan yardım ve kurtarma çalışmaları önemliydi ama bir felaketin ardından yalnızca yardım değil, aynı zamanda kalıcı çözümler de gereklidir.
İmar barışı gibi uygulamalar, deprem riskine karşı hazırlıklı olma konusunda şüpheler yaratmakta, halkın güvenli bir şekilde yaşamasını tehlikeye atmaktadır. Oysa deprem gibi doğal afetlere karşı hazırlıklı olmak, sadece kısa vadeli yardım değil, uzun vadeli planlama gerektiren bir sorumluluktur. Yapılaşmanın denetlenmesi, inşaatların güvenli hale getirilmesi, depreme karşı dayanıklı binaların inşa edilmesi bu sorumluluğun önemli bir parçasıdır.
Deprem Gerçeği ve Toplumun Dayanıklılığı
Türkiye, deprem kuşağında bir ülkedir ve her an bir deprem beklemek, deprem gerçeğiyle yaşamak zorundayız. Ancak asıl önemli olan bu gerçeği kabul etmek ve ona göre önlemler almaktır. Deprem, yaşamın bir parçasıdır ama bizler, bu doğal felakete karşı bilinçli, hazırlıklı ve dayanıklı bir toplum inşa edebiliriz. 6 Şubat depremi sonrasında yaşanan acıların ardından, daha güçlü bir toplum olabilmek için neler yapmalıyız? Deprem öncesinde eğitimin artırılması, afet planlarının yapılması, erken uyarı sistemlerinin güçlendirilmesi, toplumsal dayanışmanın güçlendirilmesi gibi konular bu sorulara verilebilecek cevaplar arasında yer alıyor.
Birlikte Güçlüyüz
6 Şubat depremi, bize bir kez daha hatırlattı ki, bu tür büyük felaketler karşısında en önemli şey dayanışma ve birlikte hareket etmektir. Deprem sonrası, yurtiçinden ve yurtdışından gelen yardımlar, kurtarma ekiplerinin özverili çalışmaları, insanların birbirine yardımcı olma isteği, gerçekten yüreklere su serpen anlar yaşattı. İnsanlık, zorluklarla başa çıkmanın, bir arada olmanın, yardım etmenin gücüne inanarak büyür ve gelişir. Bu olay, sadece felaketi değil, aynı zamanda insanlığın en değerli duygularını da ortaya koydu.
6 Şubat, Türkiye’nin tarihine acı bir sayfa olarak geçti. Yıkılan binalar, kaybedilen canlar ve yüreklere kazınan acılar… Ama aynı zamanda birlik, dayanışma ve umut da ortaya çıktı. Bizim için bundan sonrası, hem bir hatırlatıcı hem de bir sorumluluk. Hep birlikte, deprem gerçeğiyle barış içinde, güvenli bir Türkiye inşa etmek için çaba göstermeliyiz. Zorluklar karşısında asla pes etmemeli, yaşadığımız acıları unutmamalı ama hep ileriye, daha güçlü bir geleceğe bakmalıyız.
YORUMLAR