Dünden bu güne “08 Mart / Kadınlar Günü” olarak kabul edilen yaşamsal olayın ilk kez 1800’lü yıllarda bir tekstil fabrikasında daha iyi çalışma koşulları için greve giden bir gurup kadın işçinin fabrikayı kilitlemesi, arkasından da çıkan yangında fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamayarak ölmeleriyle gündeme geldiği bilinir. Havva’nın kızları ve varisleri kadınlar Martın 8’inde yaşanan bu üzücü olaydan dolayı tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de hak, hukuk, eşitlik ve olmazsa olmaz isteklerini daha yüksek sesle dile getirmeye ve birilerine sürekli hatırlatmaya çaba göstermektedirler.
Niçin hayran olduğumuzu bile hala bilmediğimiz ve anlayamadığımız, bu günün pek çok Avrupa ülkesinde 50’li yıllara kadar kadın hakları gündeme dahi getirilmemişti. Milli Kültürümüzde yani önceki Türk Devletlerinde olduğu gibi, Ulu Önder Atatürk’ün mirası Cumhuriyet Dönemi’nin 1930 ve 1934’lü yıllarında Belediye seçimlerine katılma, Milletvekili seçme ve seçilme hakkı olarak Avrupalılardan çok daha önce ilk defa bizim kadınımıza tanınmış ve uygulamaya konulmuştu.
“Birleşmiş Milletler Kadınlar On Yılı” programından etkilendiği söylenen ülkemizde 1975 yılında “Türkiye 1975 Yılı Kadın Yılı” kongresi düzenlenmiş ve sonraki yıllarda da bu tür etkinliğe devam edilmişti. Ancak 1980 yılı askeri darbesinden sonra dört yıl süreyle böyle bir etkinlik düzenlenmediği gibi kadınımın esamesi bile okunmamıştı. Hatta 80’li yıllarda izinli yürüyüş ve etkinliklerle kutlama şansını bile yakalayamayan kadınım, küçük guruplarla ve mütevazı bir biçimde günlerini unutmamaya çalıştı. Demokrasi yaşamına geçildiği 1983 sonu 84 yılından itibaren her yıl çeşitli kadın sivil toplum kuruluşları Dünya Kadınlar Günü’nü tekrar kutlamaya ve anmaya başladığında, 90’lı yıllarda kadın kuruluşlarının sayı ve çeşitliliğinin artması ile beraber daha geniş katılımlarla bu günlere gelindi. Elinin değmediği yer düşünülemeyen kadınlarımız; geleceğiniz umutlu, yaşamınız mutlu, gününüz kutlu olsun.
Dini boyuttan bakınca da asla ikincil konumda görmemesi ve göstermemesine karşın, günümüzde bile dini ve milli boyutta hala tartışma konusu yapılan kadınlarımız hakkında Ulu Önder Atatürk’ün görüşü dahi oldukça nettir. O, İslam toplumlarının tarihte düştükleri hatalarından dolayı kadınımın geri konuma itilmişliğinin dini vebal ve insani sorumluluğunu İslam Dini’ne değil, hakikaten İslam olduğunu iddia edenlere ve Müslüman geçinenlere yükleme taraftarıdır. Çünkü Ulu Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ümüzün:
“Bizim dinimiz hiçbir vakit kadınların erkeklerden geri kalmasını talep etmemiştir. Allah’ın emrettiği şeyi, kadın ve erkek beraber olarak ilim ve kültür edinmeleri gerekir. Kadın ve erkek, bu ilim ve kültürü aramak ve nerede olursa oraya gitmek ve onunla dolu olmak zorundadır.” Sözlerindeki uyarısı, İslam Dini’nin özü itibariyle kadınımızı ikinci plana ittiğine dair yanlış duygu, düşünce, algılama, bilgilenme ile bilgilendirme, yorumlama ve uygulamalara en güzel bir cevap niteliğindedir.
Yapılan yasal düzenleme, sarf edilen sözlere, atılan nutuklara rağmen, hala para karşılığı satılan mal gibi görüldüğü, töre cinayetlerine kurban gittiği, eğlence ve cinsel arzuların tatmin edildiği ara varlık olarak yaşatıldığı, köle ticareti gibi fuhuş sektörüne zorla sürüklendiği, basından takip ettiğimiz kadarıyla neredeyse her gün bir kadının yaşamına son verildiği, eğitimsizliği ve kimsesizliği ile işsiz ve güçsüzlüğünden yararlanmak isteyen çakalların köşe başlarında pusuda beklediği kadınımın, insanca yaşamı özlediği günlerin yakın ve sürekli olması temennisinde olduğumuzu düşünüyorum.
YORUMLAR