Şimdi düşünelim Selçuklu veya Osmanlı’nın kurulduğu dönemleri.
Halkımızın çoğu hayvancılıkla ve tarımla ilgilenmekte. Sanayi ve şehirleşme oldukça az sayıda.
Herkes yağmur, çamur demeden çadırlarda yaşıyor. Barınak adına evler az sayıda. Yaylalarda yaşanıyor. Ne banyo yapmak için jakuzili banyomuz var, ne de klozet veya alaturka tuvaletimiz mevcut.
Doğal gaz hala bulunmamış, kalorifer petekleri ısıtmıyor bizleri. Çadırlarda yanan odunlarla anca ellerimiz ısınıyor. Giydiğimiz çorap ve giyecekler keçi kılından örme çamaşırlar. Ne agora tavşan yününden kazaklarımız, ne de soğuk geçirmeyen montlarımız var.
Sabah hayvanları gütmek için çıkıldığında, çıkımızda bir bölük ekmek varsa bir parça peynir. Termosta çayımız yok, su ısındığında içine attığımız kahvemiz yok. Acil bir şey olduğunda sana ulaşacakları cep telefonu yok. Yaz sıcağında buzlu içecek içme ihtimalin yok. Oda ısındı klimayı çalıştırıp serinleyeyim sözü yok.
Kış dönemi yaz yiyeceklerini, yaz dönemi kış yiyeceklerini yeme ihtimalin yok.
Ben bu kıyafeti beğenmedim, internet üzerinden yabancı ülkelerden ürün getirteyim deme şansın yok.
Bugün bu yemeği beğenmedim, dışarıdan yemek sipariş edeyim deme şansın yok.
Hastalandığında hastane yok, nöbetçi eczane yok.
Farkında mısınız? Yok, yok, yok,
Yoktan başka bir şey yok.
Şu anki yaşantımızı yaşayan ancak saraylarında yaşayan padişahlar değil miydi?
Bir padişah kadar lüksün içinde yaşıyoruz şimdilerde. Yediğimiz önümüzde yemediğimiz arkamızda. Dünyanın öteki ucunda yetişen bir meyveyi evinin yakınındaki bir pazarda bulabiliyoruz artık.
Bunca teknoloji, imkânlar ilerlemiş haldeyken. Daha ne istiyoruz, daha neden bunalıyoruz?
Tek soru sormak yeterli bu yazımı bitirmeye; şuan da padişahtan ne farkımız var?
Çetin KORKMAZ
YORUMLAR