Çevremize dikkatlice bakmasak bile, herkesin durumundan şikâyetçi olduğunu görüyoruz. Kimi aldığı paradan memnun değil, kimi çalıştığı işten. Kimi yediği yemekten, kimi giydiği kıyafetten memnun değil.
Betonlaşan dünyadan şikâyetçiyiz.
Hormonların vücudumuzu harap etmesinden şikâyetçiyiz.
Teknolojinin bizi hasta ettiğinden şikâyetçiyiz.
Yediğimiz ve içtiğimiz gıdaların genlerinin değiştiğinden şikâyetçiyiz.
Hava kirliliğinden şikâyetçiyiz.
İklimlerden şikâyetçiyiz.
Sıcaktan, soğuktan şikâyetçiyiz.
Dünya, varoluşunda böyle miydi?
Barınmak için mekânlar yaparak biz betonlaştırmadık mı dünyayı?
Enerji ihtiyacını biz bulmadık mı?
İşin kolayına kaçıp hormonlarla gıdaları biz üretmedik mi?
Isınma ve soğutma ihtiyacından dolayı havayı biz kirletmedik mi?
Atmosfere bunca gazı salan biz değimliyiz?
Altı ayda büyüyüp gelişen tavuğun bile genlerini değiştirip bir ayda midemize indirmedik mi?
Doğal boyalar varken, laboratuarlarda kimyasal boyaları biz üretmedik mi? Bu boyalarla giydiğimiz kıyafetleri biz boyamadık mı?
Çiviyi üreten biz, bu çiviyi dünyaya çakan biz, dünya delindi diye yakınan da biz.
Aslında dünya tamamen orijinaldi, sağlıklıydı. “İnsanoğlu dünyayı insanlaştırdı” sözüm, konuyu tam anlamıyla anlatmakta aslında.
Tabi ki yaralarımız olacak hayatta, insanoğluyuz. Önemli olan yaraları kapatacak merhemler aramak. Küçücük bir yara oluşsa bedenimizde yaradan kendi kendini tamir niteliği vermiş vücudumuza, nasılda iyileşiyor kendiliğinden. Ruhumuzu güzelleştirmek ve tamir de yine kendi elimizde. Düşünce gücüyle, düşüncelerimizi farklı yönlerde gezdirmekle, hayat akışımızda değişiklikler yaparak ruhumuzu bile tamir edebiliriz aslında.
Yeter ki dünyayı bozan bizler, birde düzeltmeyi denesek.
YORUMLAR