Denizcilerin balıklara karşı duyduğu güvensizlik, geçmişte yaşanan tecrübelerle şekillenmiştir. Farklı balıkları tükettikten sonra yaşanan ölümler, onları balık tüketiminden uzak durmaya itti. Bu sebeple, balıkların yenilebilir olup olmadığını anlamak için çeşitli yöntemler geliştirdiler. İspanyol denizciler, tuttukları balıkları kutsal suya batırarak ve üzerine gümüş para koyarak test ederdi. Eğer para kararırsa, balığın zehirli olduğu kabul edilirdi.
Zehirli balıkların tehlikesi, 19. yüzyıla kadar net bir şekilde bilinmiyordu. MÖ 7. yüzyılda Çin’deki imparatorluk hekimleri bu durumdan haberdardı, fakat bilimsel olarak kanıtlanmamıştı. 1886 yılında yapılan araştırmalar, bazı balıkların toksin içerdiğini ve bunun planktonlardan kaynaklandığını ortaya koydu. Toksinler, balıkların dokularında birikiyor ve pişirme sırasında yok olmuyordu.
Zehirli balıkların etkileri baş ve karın ağrısı, ishal ve kusma gibi belirtilerle kendini gösteriyor; ağır vakalarda kalp ve solunum sorunlarına yol açabiliyordu. Bu yüzden denizciler, balık tüketiminden kaçınarak sağlıklı kalmaya çalışıyordu.
Bunun yanı sıra, okyanusun bazı bölgelerinde balık bulmak oldukça zor oluyordu. Tropikal iklimlerin merkezinde yer alan bu alanlarda, döngüsel rüzgarlar denizcilerin ilerleyişini yavaşlatıyordu. Güçsüz rüzgarlar, erzakların hızla tükenmesine neden olurken, denizciler açlıkla baş başa kalıyordu. Oligotrofik bölgelerde yaşayan deniz canlıları, derinlerden gelen besin akıntılarıyla besleniyordu, bu nedenle denizcilerin bulundukları yerlerde denizden hiç besin alamayacakları bir “deniz çölü” gibi hissediyorlardı.
Denizcilerin açlık çekmelerinin sebepleri sadece zehirli balıklar değildi. Uzun deniz yolculukları, kısıtlı besin kaynakları ve sağlık sorunları, denizcilerin balık tüketimini son derece zorlaştırıyordu. Bu durum, denizcilerin tarih boyunca başlarını belaya sokan en büyük engellerden biri olarak kalmaya devam ediyor.
Havva ERTÜRK
Kaynak:Onedio