Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Melih Kadir Efe
Melih Kadir Efe

TÜRK DİZİLERİ NEREYE GİDİYOR?

Televizyon dizileri artık yalnızca eğlence aracı değil; toplumsal değerlerin aynası, hatta kimi zaman yönlendiricisi haline geldi. Ancak o aynada yansıyan görüntü giderek daha bulanık ve yoz bir hal alıyor.

Türk Ahlakıyla Çelişen Senaryolar

Bir zamanlar Türk televizyon dizileri, ailece izlenebilen yapımlar olarak hayatımızda yer ederdi. “Bizimkiler”, “Süper Baba”, “Mahallenin Muhtarları” ya da “Seksenler” gibi diziler, sevgi, saygı, komşuluk, dürüstlük gibi temel değerleri işlerdi. Bugünse tablo bambaşka.
Ekranlarda ihanet, çıkar ilişkileri, yasak aşklar, entrikalar ve hırsın hâkim olduğu hikâyeler izliyoruz. Sanki artık iyilik, dürüstlük ve ahlak seyirciye sıkıcı geliyormuş gibi davranılıyor.

Evli insanların gizli ilişkileri, aile bağlarını zedeleyen sahneler, sadakatsizliğin olağan bir durum gibi yansıtılması, Türk ahlak yapısıyla açıkça çelişiyor. Üstelik bu diziler yalnızca yetişkinleri değil, çocukları da etkiliyor. Her evde açık kalan bir televizyon ekranı, bir eğitim aracı olmaktan çıkıp ahlaki erozyonun penceresine dönüşüyor.

Aile Kurumuna Verilen Zarar

Türk toplumu için aile, en güçlü yapı taşıdır. Ancak dizilerde aile kavramı çoğu zaman çatışmalar, ihanetler ve yalanlarla resmediliyor.
Sadakatin yerini heyecan arayışı alıyor. Evlilik, bir bağlılık değil, geçici bir sözleşme gibi sunuluyor.
Gençler için artık aşk, sabırla ve emekle değil, hırs ve tutku ile ölçülüyor.

Dizilerde kardeşin kardeşe, dostun dosta ihanet ettiği, paranın sevginin önüne geçtiği senaryolar, izleyiciye “başarının yolu hile yapmaktan geçer” mesajını veriyor. Bu anlayış, gençlerin karakter gelişimini doğrudan etkileyen tehlikeli bir algı yaratıyor.

Ahlaki Değerlerin Tüketim Aracı Haline Gelmesi

Modernlik adı altında sunulan birçok yapım, aslında edepsizliği ve sınır tanımazlığı pazarlıyor. Kadın-erkek ilişkileri, duygusal derinlikten uzak, yalnızca bedensel çekim üzerine kuruluyor.
Toplumun mahremiyet anlayışı “özgürlük” kavramı altında zedeleniyor.
Kıyafet seçimlerinden kullanılan dile kadar birçok unsur, Türk aile yapısının değerleriyle örtüşmüyor.

Bazı dizilerde evlilik dışı ilişkiler, “heyecan verici” ya da “kaçınılmaz” olarak gösteriliyor. Oysa Türk toplumu, aileyi kutsal sayan bir gelenekten gelir. Bu kutsalın televizyon ekranlarında erozyona uğraması yalnızca bir senaryo meselesi değil; toplumsal kimliğimiz açısından ciddi bir tehdittir.

Sorumluluk Kimin?

Burada sorumluluk yalnızca senaristlerde veya yapımcılarda değil. Yayıncı kuruluşlardan denetim mekanizmalarına, hatta izleyicilere kadar herkesin payı var.
Bir millet, neyi alkışlarsa onunla şekillenir. Eğer kötülüğün kazandığı, yalanın prim yaptığı diziler reyting rekorları kırıyorsa, sorun yalnızca ekranda değil, toplumun değer yargılarında da aranmalıdır.

RTÜK ve ilgili kurumlar, ahlaki sınırları koruyacak denetim mekanizmalarını güçlendirmeli. Televizyon dizilerinin toplum üzerindeki etkisi, yalnızca “reyting” odaklı bir mesele olarak görülmemelidir.

Ne Yapılmalı?

Gerçekten topluma fayda sağlayan, değerleri yaşatan yapımların yeniden desteklenmesi gerekiyor.
Türk kültürünü, geleneklerini, aile bağlarını ve insani değerleri hatırlatan senaryolar üretilmeli.
Ahlaklı olmak sıkıcılık değil, erdemdir.
Ekranlarda iyiliğin, vicdanın ve adaletin kazandığı hikâyeler artarsa, toplum da kendini o aynada yeniden tanır.

Unutmamak gerekir ki bir milletin geleceğini şekillendiren yalnızca okullar değil, ekranlardır.
Eğer ekranda ahlak yoksa, toplumun vicdanı da sessizleşir.

Diziler yalnızca hikâye anlatmaz; insan zihnini biçimlendirir.
Bugün izlediğimiz her sahne, yarının davranışlarını şekillendirir.
Bu nedenle ekran karşısına geçmeden önce, izlediğimizin yalnızca bir kurgu değil; toplumun geleceğini etkileyen bir mesaj olduğunu unutmamalıyız.

 

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER