İlk kıblegâhımızın bulunduğu mabedi içinde saklayan her din için ayrı ayrı önemlere sahip kutlu belde Kudüs; 1096 yılında Haçlılar tarafından istila edilmişti. Canlı unsurun yaratılarak indirildiği yaşlı gezegenimiz, insanlık tarihi boyunca o güne kadar emsali görülmemiş bir zulüm ve vahşet yaşamamıştı Kudüs diyarında. Bu günün kendi toplumları için medeniyet, hak ile hukuk ve insan hakları ile demokrasi vb. çığırtkanlığı yapıp da ötekileştirdikleri halklar için özellikle de İslam topluları bağlamında ölüm fermanı hazırlayan Avrupalı ile yandaşlarının ataları olan Haçlılar, evet Haçlılar o kutlu şehirde o güne kadar hiç yaşanmamış bir vahşet yaşanıldığına da tanıklık etmişti. Bu ve benzeri vahşetlere artık dur demek isteyen İslam ve de özellikle dinin kalkanı ve kuruyucusu göreviyle şereflendirilen Türk-İslam âlemi bir yiğit daha çıkartmıştı içlerinden. O yiğit, Selahaddin Eyyubî’ydi. O kahraman yönetici-komutan 1187 yılında mahzun ve zalimlerin elinde can çekişen, Süleyman Mabedi ile Mescidi Aksa’yı bağrında saklayan Kudüs beldesini tekrar fethedinceye kadar ne olumsuzluklar yaşamıştı bir bilseniz!
Yavuz Sultan Selim Han’ımızın 1517 yılındaki “İslam Birliği”ni tesis etmek için çıktığı Mısır seferi sırasında Haremeyn ile beraber Kudüs de Osmanlı topraklarına dâhil olmuştu. 1. Dünya Savaşı sonucunda müttefikleri yenildiği için hükmen mağlup sayılan ve Devlet-i Etrak (Türk Devleti) olarak da sömürgeci ile istilacı ve cellâtların isimlendirdikleri Osmanlı Devleti’ne Kutlu belde Kudüs’ten el çektirilmişti. 1917 Yılında Kudüs’ü işgal eden İngiliz General Allenby; Selahaddin Eyyubî’nin Şam’daki mezarına gitti ve mezarın sandukasına olanca gücüyle yumruğunu indirerek:
“Kalk Selahaddin, biz yine geldik!” Diye avazı çıktığı kadar bağırmıştı Yine 1920 yılında Şam’a giren Fransız General Gora da Sultan Selahaddin Eyyubî’nin kabrini olanca hiddetiyle tekmeleyerek:
“Ey Selahaddin! Haçlı seferi şimdi bitti! İşte biz tekrar döndük!..” diye avazı çıktığı kadar haykırmıştı. Evet, kutlu hatıralarla bezenmiş o kutsal belde Kudüs bu gün İsrail’in işgali altında. Ve Haçlıların torunlarını arkasına alan ve de olanca hızıyla katliamlar, bir kültürü yok etmeler, İslam dünyasına meydan okumalar, kutsal belde ile eklentilerini târ u mâr etmelerle yollarına yeni versiyonlarla devam etmektedirler. Susup seyretmekten başka İslam Devletlerinin birçoğu ne yapıyor? Sizler görüp değerlendiriyorsunuzdur mutlaka.
Bu Haçlıların 1096 yılında emsali görülmemiş biçimde sergiledikleri o vahşet anları ile katliamları bizzat yine kendileri anlatıyor:
“Kudüs’te bulunan bütün Müslümanları katlettik, malumunuz olsun ki, Süleyman Mabedi’nde atlarımızın diz kapaklarına kadar Müslüman kanına batmış olarak yüzüyoruz!.. (Godefroy de Bouillon’un Papa II. Urban’a yazdığı mektup. Necati KOTAN, “Tarih Fıkraları”, İstanbul, 1988, Sahife: 80)
“En büyük eğlencelerinden biri rastladıkları Müslüman çocukları öldürmek, kızartmak ve yemekti.”, “Boğazlanmamaları için yalvarmasını bile bilmeyen, henüz konuşmaya başlamamış çocuklar; zayıflıkları, kahraman bir savaşçının darbeleri karşısında umumiyetle bağışlanma sebebi olan kadınlar bile boğazlandı.” (Thomas Fuller- Holywar, “Kutsal Savaş veya Haçlı Seferleri Tarihi”, cilt: 1, Bölüm: 24)
“Bunlar Moğollar ve dinsiz kavimlerin taşkınlıklarıyla meydana gelmiyor, onlardan daha da barbar olan Hıristiyanlarca yapılıyordu!” (L. Heeren, “Essai sur I’influence des Croisades = Haçlı Seferlerinin Tesiri Üzerine Deneme”, Sahife: 414)
“Zalimin zulmü varsa, sevenin Allah’ı var” ama başka bir şeyi yok mudur? Diye soruyor ve de düşünüyorum.