Her bireyin günlük yaşamında bir yığın iş ve eşlemleri vardır. Bir kısmını kendi yetilerine göre yapmaya çalışır. Başarır, bitirir ve sonuçlandırır veya bazılarının üstesinden gelemeyebilir ya da takat yetiremeyebilir veya o boyutta zaman bulamayabilir yahut da bilgi ile beceri ve ilgi alanı ile branşı dışındaki iş ve işlem olabilir. Bu bağlamda o tür iş veya işlemin yerine getirilmesi için bir yamak veya yardımcı ile yapılması gereken işlemi yapabilecek birilerini o iş ve işlem için görevlendirir veya havale eder. Buna güncel olarak yetki göçerme de diyebiliriz. Eskilerin tabiriyle yerine birini atama ve görevlendirme ile yetkilendirmeye “Vekil” deniliyordu. Örneklemek gerekirse “Milletvekili” yani toplumun kendi adına seçtikleri bireylerin millet adına idari işlemleri yürütmeye yetki vermesi olarak da tanımlayabiliriz.
Konu başlığımız Arapça bir tabir olmasına karşın Türk Atasözü olarak edebiyat literatürümüzde yerini almıştır. Bizim kuşağın Ortaöğretim dönemlerinde sıkça kullanılan bir tabir idi ve yaygın şekilde kullanılıyordu. Şimdilerde ise Özlü Sözler veya Atasözleri arasında yerini almış konumdadır bu tabir. Açılımı da “Belli bir iş veya işlem için sorumluluk yüklenilerek görevlendirilen kişi, o işi yapması gereken asıl bireyin sahip olduğu hak ile hukuk ve görev ile sorumluluk ve de yetki ile ekonomik alandaki tüm özlük hakkını da kullanabilen görev ile sorumluluk yüklenen kişiye “Vekil” denilmektedir diye ifade edebilirim. Yani; vekil eşittir asil gibidir ve asilden beklenilen tutum ile davranışlar vekilden de aynen beklenilir. Çünkü toplumun değer yargısı bu yönde olduğu gibi yasalar da bunu emreder.
İlk çağlarda site devletlerinde doğrudan demokrasi yaygınken nüfusun artması ile toplumun şehir dışına taşması veya birkaç şehir devletinin bir arada yönetilmek zorunluluğunun doğması sonucu temsili demokrasiye geçilmek ihtiyacı gündeme geldiğinde o zamanın koşullarında toplum kendisi adına ülkenin yönetim iş ve işlemleri ile ilgili temsilcilerini seçip merkeze göndermek yolunu seçtiler. Çünkü herkesin yönetime katılması olanaksızlaşmıştı. Bu nedenle belli bir dönem için seçilen vekiller – temsilciler anlayışı ortaya çıktı ve o günden bu güne eğrisi veya doğrusuyla, eksiği ya da fazlasıyla yahut da düşe kalka bu günkü konumuna ulaştı asil ile vekil tanımları.
Yukarıdaki cümlelerimde vekillerin asillerin sahip olduğu tüm etki ile yetki ve özlük haklarına sahip olduklarını ifade etmiştim. Yani: “El – vekilü kel – asîl” = Vekil asil gibidir deyimini hayli irdelemiş olduk. Ancak bana göre bizim güncel kültürümüzde bir yanlışlık var gibi geliyor. Vekillerin asillerle karşılaşmaları veya zorunlu ya da keyfi olsa bile bir araya gelmeleri durumunda asiller el pençe divan durur, itilir ve kakılır, söz hakkı pek verilmez, hesap sormasını bir kenara bırakalım soru sormasına müsaade edilmez vb. çoğaltabiliriz örnekleri. Zaman ile zemin ve koşullara göre, asiller gelince vekillerin hükmünün geçersiz olabileceğini düşünenlerden biriyim. Düşüncemi aykırı bulanlara saygı ve hürmetim sonsuzdur.
12 veya 14 yıl önceki geçmiş yaşamımdan bir kesiti paylaşayım istedim. Emekliyim ve zamanım da bol. Oğlumun eş durumu tayini için Ankara’nın yollarını dövdüm tam altı ay. Ve de her yönden yoruldum bittim gide gele. O zamanın Balıkesir Milletvekilleri ve iktidardaki siyasi ekolun genel başkan yardımcısı rahmetli A. Edip UĞUR beyin TBMM’deki danışmanı veya sekreteri ipe un seriyor ve benim de üflememi istiyor her seferinde. Hoş – beş, hal – hatır, çay – kahve, amma velâkin sorunumuz çözülemiyor. Geldikleri İl’e geri gitsinler şeklinde teklif etmeyi bile kendilerine göre normal sayıyorlardı. En sonunda o siyasi ekolün genel merkez binasına gidip UĞUR beyle yüz yüze görüşmek istedim. Ulaşmak ne mümkün, orada da urgana un seriyorlar. Neyse şark kurnazlığı sayesinde daldım asansöre ve çıktım aradığım büroya ve de buldum zat-ı şahaneyi. Selam kelamdan sonda sebeb-i ziyaretimi ifade ettim. O da danışmanları gibi kalburla hoşaf taşıttıracak bana. “Siz benim vekilimsiniz, ben ise asilim. Oturduğun yeri terk et ve ben yetkilerimi devralmaya geldim ve de yetilerimi kullanacağım şu andan itibaren” deyince ipler gerildi, hava soğudu, ortam buz kesti, iletişim duraksadı. Neden sonra çıkar bir yol üzerinde el sıkışıldı ve sorunun çözümüne doru yönelindi.
Asillerin vekilleri gözetlemesi, denetlemesi, verilen söz ile yapılan vaatlerin ve icraatların takipçisi olunması, bu bağlamda asillerin gevşeklik göstermemesi; yani Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ümüzün “MİLLETE EFENDİLİK ETMEK YOKTUR, HİZMET ETMEK VARDIR. BU MİLLETE HİZMET EDEN, ONUN EFENDİSİDİR. MİLLET TARAFINDAN, MİLLET ADINA DEVLETİ İDAREYE MEMUR EDİLENLER İÇİN, GEREKTİĞİNDE MİLLETE HESAP VERME ZORUNLULUĞU LAUBALİLİK VE KEYFİ HAREKETLE ASLA BAĞDAŞMAZ!” Dediği gibi düşünüyorum.