Dünya kurulalı pek çoğumuzun ismini bile duymadığı; duyanlar ile okuyup da bilgi edinip ve de unutulanların bile binlerce sayıyı aştığı bir gerçektir. O cefakâr, fedakâr, yöneten, yön veren, buluşlar ortaya koyan veya pek çok kültür ve medeniyet varlığını yerle bir eden, akan kanı durduran veya dünyayı kana bulayan, yenilmez ordular ve güçlü devletler kuran, dünyayı tek kişiye fazla ama iki kişiye de çok görenlerin gelip geçtiği ya da göçüp gittiği büyük insanlar kimlerdi?
Kendi aralarında değerlendirmeye ve sıralamaya tabi tuttuğumuzda bir de Onların en büyükleri ortaya çıkacaktır. Bu bağlamdaki iş ve işlemleri yapacak bilim ile bilim kategorileri ve bilim adamları ile metodoloji kuralları ayrı ayrı konuları oluşturmaktadır. Tarihsel süreç içerisinde ilgili bilim kurullarınca gerekli bilimsel değerlendirmeler yapılır ve Sezar’ın hakkı Sezar’a verilir mutlaka. Bireysel olarak değerlendirmeler, hırlamalar, zırlamalar, uflamalar ile puflamalar, kuruntu ile buruntular ve tepkiler pek de önemli değildir. Sadece mide bulandırmaya, beyinleri sulandırmaya ve fitneyi uyandırmaya yarayabilir ancak.
Uzunluk ile uzaklık, yakınlık ile derinlik, ağırlık ile hafiflik, büyüklük ile küçüklük, bilgili ile bilgisizlik vb. konular birçok insanın ilgi, istidat, kabiliyet ve kişiliğiyle ters orantılı olabilmektedir. Gönül ister ki doğru orantılı olsun; insanlık etiği ve toplumsal uzlaşı açısından olması gereken de budur sanırım. Lakin insanız ve çiğ süt emmişiz ya. Bireysel olarak bir takım çıkar ve menfaatler ile beklentilerimiz olabilir. Ya da yalakalık, yağcılık ve dalkavukluk yapmayı severiz. Yahut da gaza gelmeyi, gaz vermeyi, ortamı germeyi, tutamayacağını bile bile söz vermeyi; belki de birilerine gözdağı vermeyi içselleştirmişizdir.
Toplumsal yaşamımızda bu tür olumsuz düşünce ile davranış sergileyenlerle mutlaka karşılaşmış ve dirsek temasına gelmek zorunda bile kalmış olanlarımız vardır. Aklı başında olan, eğriyi-doğruyu, iyiyi-kötüyü, güzeli-çirkini, büyüğü-küçüğü, iriyi-ufağı, ağırı-hafifi, tarihi-coğrafyayı, doğuyu-batıyı, kuzeyi-güneyi, sağı-solu, önü-arkayı, dostu ve düşmanını çok iyi ayırt edebilenlerin değer yargıları ile değerlendirmeleri ve dillendirmeleri çok farklı boyutta olur. Onların teşbihleri ve teşhisleri ile takdirleri kesinlikle tartışma dışındadır.
Dünyanın en büyük insanı kim ola ki? Sorusunun yanıtı çoktan verilmiştir yıllar öncesinden. Şanlıurfa ilimizin meşhur sıra geceleri olduğu gibi genç Cumhuriyemizin başkenti Ankara’da ve Ankara’nın Çankaya Köşkü’nde benzeri toplantı ve etkinlikler ile ağırlama ve uğurlamalar yapılırdı. Bir akşam Atatürk Köşk’te toplanan arkadaşlarına sordu:
-“Dünyanın en büyük insanı kimdir?”
-Timur’dur Paşam! Dedi bir ses. “Değil!” dedi Mustafa Kemal.
-Fatih’tir nidası yükseldi. Ama “Değil!” dedi Ulu Önder.
-Yavuz Sultan Selim’dir. Dedi masanın öbür ucundaki. Yine “Değil” dedi Eşsiz Lider.
-Alparslan olmalıdır sesi bozdu sessizliği. Ancak yine “Değil” dedi Atatürk.
-Napolyon’dur, İskender’dir gibi sesler yükseldi. Lakin “Değil” dedi Çankaya Köşkü’nün ev sahibi.
Nafile!.. Ne derlerse Atatürk “Değil” diyordu. Dalkavuklardan biri dayanamadı ve:
-“Sizsiniz Paşam!” dediğinde tüm heybet ve haşmetiyle Atatürk, o kişiyi azarlayıp tersledikten sonra, “Dünyanın en büyük insanı kimdir?” sorusunun cevabını kendisi verdi:
-“Dünyanın en büyük insanı Hz. Muhammed’dir. Ölümünden bu yana bin üç yüz sene geçtiği halde, günde beş vakit, Cenab-ı Allah’tan sonra adı söylenen HZ. Muhammed’dir.”
O cefakâr, fedakâr, yöneten, yön veren, yönlendiren, Türk kültür ve medeniyetine önemli katkılar sağlayan, akan kanı durduran, yenilmez ordular ve seksen kusur yıldır içten ve dıştan yıkmak için uğraşanların başaramadığı en güçlü devleti kuran Ata’mın ölçme ve değerlendirmesiyle ilgili bir anıyı paylaştığımızı ve de Müslümanlar için ayrı bir öneme sahip olan Üç Ayların başlangıcıyla 26 Ocak 2023 Regaib Kandilinizi kutladığımı düşünüyorum.