Bazen doğa, insana ders verir. Sessizce, gösterişsizce ama ustalıkla… Tıpkı bir ressamın fırçası, bir hattatın kamışı gibi doğanın kendi kalemini taşıyan canlılardan biri vardır: kaligrafi böceği. Onu ilk gördüğünüzde belki sıradan bir böcek sanırsınız. Ama izlerini takip ettiğinizde, doğanın sayfalarında gezinen bir sanatçının eserleriyle karşılaşırsınız.
Kaligrafi böceği, adını ağaç kabuklarının altına kazıdığı ince, kıvrımlı izlerden alır. Her bir çizgi, sanki binlerce yıllık bir sabrın ürünü gibidir. Öyle zarif, öyle düzenli ve öyle anlamlı… Bir ağacın gövdesinde, bir doğa kitabının satırlarını andıran bu desenleri gördüğünüzde, sanatın sadece insana ait olmadığını anlarsınız.
İnsan elinden çıkma hiçbir kalem, bu kadar sade bir mükemmeliyet üretemez. Kaligrafi böceği, doğanın kendi imzasını taşır. Her ağaca, her dala dokunuşu, bir hat sanatçısının çizgisi kadar bilinçli, bir şiir kadar derindir.
Ama ne yazık ki çoğu zaman onun bu sanatı “zarar” olarak görülür. Çünkü o, ağaçların kabuklarının altına girer, orada yaşar ve beslenir. Orman mühendisleri için bu, bir uyarıdır. Ancak doğa için bu, yaşamın bir parçasıdır. Tıpkı ölümle yeniden doğuşun dansı gibi.
Kaligrafi böceği bana hep şunu hatırlatır: Her iz bir hikâyedir, ama her hikâye insana ait değildir.
O izler, bazen bir ağacın vedasıdır, bazen doğanın nefes alışıdır. İnsan elinin ulaşmadığı yerlerde bile estetik var olur. Çünkü doğa, her zaman kendi sanatını üretir.
Belki de biz insanlar, onun bu sabrından öğrenmeliyiz. Aceleyle yazılmış bir hayatın aksine, o her çizgiyi özenle bırakır. Hiç görünme çabası yoktur. Hiç alkış beklemez. Sadece işini yapar, kendi sanatını doğaya bırakır.
Kimi zaman bir ormanda yürürken bir ağacın gövdesinde rastladığınız o zarif desenleri görün…
Belki de bir kaligrafi böceği, o an size doğanın yazdığı bir mektubu sunuyordur.