Şark kültüründe ve de özellik ile güzellikle Türk Kültüründe devlet “baba”dır. Türklerin tarih sahnesine çıktığı andan günümüze değin değişik sürümlerle süregelmektedir “devlet baba” anlayışımız. Babalık makamının işlevi ile görev ve sorumluluğu, hukuk ile yükümlülüğü, örf ve anane ile bakımlığı, uygulama ile yaşamlığı bu kültür çevresinde yaşayanlara sayılarca bakış penceresi açmaktadır.
Pederşahi bir aile yapısına sahip olan Türk toplumunda baba, eşi ve çocukları ile torunları ve hatta torunçelerine; kardeş ve yeğen ile akrabalarına bile kol-kanat germekle yükümlüdür. Açı doyurmak, çıplağı giydirmek, işsize iş, aşsıza aş, evsize ev, damsıza gelin, hastalığa çare, çaresizliğe dayanak, evlere direk ve her bireye gerek olmak yükümlüğündedir “baba” olma mutluluğunu yakalayabilenler.
Baba kartaldır, şahindir, karıncadır, evdir, barktır, meyve veren ağaçtır, su ve topraktır, en büyük ve hakkın gölgesi ile adaletin terazisidir. Habiptir, tabiptir, geçmişi bildiği gibi gelecekten de haber verebilen sanki hava tahmini raporcusudur. Tahin helvası gibi tatlı olan baba aynı zamanda da kâhinlikten de anlamak zorundadır. Başımızdan eksik olmasın diye her dem dua ve niyazda bulunduğumuz “baba”nın işlevi ne ise “devlet baba”nın da aynı yükümlülükleri vardı. Türk toplumunun beklentisi ile eklentisi hep bu yöndedir.
Kültürümüzdeki devlet-millet işbirliği sürümü olan “devlete ebet müddet” ile “Allah devlet ile millete zeval vermesin” anlayışı ve de uygulaması bireysel çıkar ve menfaat ile oyları toplayabilme bağlamında en ön plana çıkarıldığı veya çıkartıldığı için günümüzde fazlaca erozyona uğramış durumdadır. “Devlet baba” teriminin içeriği gereğinden fazlaca şişirilmiş, yıpratılmış, eskitilmiş, rengi değiştirilmiş, yalanmış ve söğüşlenmiş, dalları kırpılmış, kolları ile ayakları bağlanmış, içi boşaltılmış bir görünüm arz etmektedir.
Uzun yıllar doğu ve güneydoğu bölgemizde devletimi temsil görevim gereği insanlarımızla olan iletişim ve muhabbet ile dostluklarımda ülkemiz ve toplumumuzu ilgilendiren konuların dile geldiği meclislerde taşı gediğine koyuyor veya koymaya çalışıyordum. Ancak, “devlet yapsın” anlayış ile söz ve sazları duyduğumda hayıflanırdım karlı dağların ardında. Tekaüt olup geldim buralara ve buraların otokton halkında da aynı düşüncelerin yeşerdiğini görünce hayıflanmam bir kat daha arttı. Herkes her zaman ve her yerde her şeyi devletten bekliyor oldu. Bu pozisyon birçoğumuzun hoşuna gidebilir, ama ben hala kabul edemiyorum! Aklıma gelen bir hikâyeyi sizinle paylaşayım istedim:
Cennetin anahtarlarının satıldığı-verildiği bir siyasi dönem yaşadık. Her halde o süreçte olacak ki; güneşin doğduğu yerden gelip İstanbul’da çalışmaya uğraşan bir hemşerime cennetten dört arsa verirler. Arsaları sat da geçimin biraz iyi olsun derler. Hemşerim birini kendisine bırakır ve üçünü satmaya karar verir. Hısım akrabasına satmak için güneşin doğduğu yere gitse bir arsa parası heba olacağından oturduğu dört katlı binadaki Kayserili, Karadenizli ve Güneşin Doğduğu Yerden olan üç komşusuna teklif götürmeye karar verir ve onları kahvede pişti oynarken bulur. Selam ile kelamdan sonra konuyu onlara açar ve kalan üç arsanın her birini beşer liraya satacağını söyler.
Önce Kayseriliye sorar ve pazarlık başlar. Kayserili “üç buçuk liraya verirsen alırım” der kulağına eğilerek. Pazarlık bu ya… İkinci arsa için Karadenizliye öneriyi sunar. O da biraz düşündükten sonra saatine bakıp “vallahi on ikiyi geçmiş, benim kafam çalışmaz. Yarın yanıt vereyim” der. Benim hemşerim son arsa için kendisi gibi Güneşin Doğduğu Yerden olan komşusuna aynı teklifi yapar ve O da hayli düşündükten sonra “vallahi devlet çekerse (parasını öderse arsayı alırım) giderim. Yoksa tövbe gitmem” der. Bu günkü alışveriş maalesef mafiş olmuştur. Yarına Allah kerimdir diyelim.
Mevlana Hazretlerinin “Ey Gönül! Dikkat et ahir zaman bu. Nefsine uyup da surete (görünene-görüntüye) aldanma! İblisin bile maşallah dediği kullar var. Seveceksen vefa nedir, takva nedir, bileni sev! İçinde cennet saklayan virane kullar var..!” ile Hazreti Ali Efendimizin “Her şeyi affedin. Fakat vatanına ihanet edenleri asla affetmeyin.” Sözlerinin konumuzla örtüştüğünü düşünüyorum.