Kahverengi ahşap bir sandıkta saklanan eski fotoğraflara bakarken, anneannemin her defasında tekrarladığı o cümle kulaklarımda çınlıyor: “Ayıptır yavrum, öyle yapılmaz.” Bugün düşünüyorum da, “ayıp” kelimesi artık günlük hayatımızdan neredeyse tamamen silinmiş durumda. Peki, bu değişim bize neyi anlatıyor?
Eskiden mahalle kültürünün temelini oluşturan, toplumsal düzeni sağlayan en önemli kavramlardan biriydi “ayıp”. Büyüklerin yanında bacak bacak üstüne atmak ayıptı, sofrada tabağını bitirmemek ayıptı, komşunun penceresiyle göz göze gelmek ayıptı. Bu kelime, sadece bir uyarı değil, aynı zamanda toplumsal değerlerin aktarılmasında kullanılan güçlü bir eğitim aracıydı.
Şimdi ise bambaşka bir dünyada yaşıyoruz. Teknolojinin hızla gelişmesi, küreselleşme ve değişen yaşam biçimleriyle birlikte, “ayıp” kavramı da eski gücünü yitirdi. Sosyal medyada mahremiyetin sınırları belirsizleşti, özel hayatlar vitrine çıktı. Eskiden ayıp sayılan pek çok davranış artık “özgürlük” adı altında normalleşti.
Bu değişim elbette tek başına iyi ya da kötü olarak nitelendirilemez. Her dönemin kendi gerçekleri, kendi doğruları vardır. Ancak “ayıp” kavramının içerdiği saygı, görgü ve toplumsal hassasiyet gibi değerlerin de unutulmaması gerekiyor. Çünkü bu değerler, insanı insan yapan, toplumu bir arada tutan temel unsurlardır.
Günümüzde belki de yeni bir “ayıp” tanımına ihtiyacımız var. Bu tanım, geçmişin katı kurallarını değil, ama özünde barındırdığı saygı ve nezaket değerlerini modern hayatın gerçekleriyle harmanlayan bir anlayış olabilir. Örneğin, sosyal medyada başkalarının mahremiyetine saygı göstermek, dijital platformlarda bile nezaket kurallarına uymak gibi.
Çocuklarımıza artık “ayıptır” diye başlayan cümleler kurmuyoruz belki, ama onlara empati yapmayı, başkalarının haklarına saygı duymayı öğretmeliyiz. Çünkü toplumsal yaşamın temeli olan bu değerler, form değiştirse de özünde hep var olmaya devam edecek.
Belki de asıl mesele, “ayıp” kelimesinin kendisinin değil, onun temsil ettiği değerlerin nasıl korunacağı ve yeni nesillere nasıl aktarılacağı. Modern dünyanın getirdiği yeni davranış kalıplarıyla bu değerleri nasıl dengeli bir şekilde yaşatabileceğimiz üzerine düşünmeliyiz.
Sandıktaki eski fotoğraflara bakarken, değişen zamanın izlerini görüyorum. Evet, “ayıp” kelimesi artık eskisi kadar sık kullanılmıyor olabilir. Ama belki de tam da bu noktada, geçmişin bilgeliğiyle geleceğin gerekliliklerini birleştiren yeni bir toplumsal anlayış geliştirmenin zamanı gelmiştir.