Bursa’nın Nilüfer ilçesinde yer alan Gölyazı, M.Ö. 6. yüzyıla kadar uzanan köklü geçmişiyle Türkiye’nin en özel antik yerleşimlerinden biri. Antik dönemde “Apollonia ad Rhyndacum” adıyla anılan bu bölge, ismini ışık tanrısı Apollon’dan alıyor. Aynı isimle anılan Anadolu’daki dokuz şehirden biri olan Gölyazı, Apolyont yani Uluabat Gölü’nü besleyen Rhyndacus Irmağı ile de tarihsel bir bağ kuruyor.
Antik Sikkelerle Aydınlanan Geçmiş
Gölyazı, Roma döneminde gelişimini sürdürmüş; Bizans döneminde ise dini yapılarla ön plana çıkmış bir merkez. Burada yapılan arkeolojik kazılara ek olarak, bölgede bulunan sikkeler tarihsel veri sunuyor. M.Ö. 1. yüzyıla ait kerevit kabartmalı sikkeler ve Bizans dönemine ait çeşitli para örnekleri bu coğrafyanın ticaret ve kültür merkezi olduğunu gösteriyor. 1303 yılında Osman Gazi’nin Dimboz Zaferi ile Osmanlı topraklarına katılan Gölyazı, zamanla Türkleşmiş ve bugünkü dokusunu kazanmaya başlamış.
Kiliseler, Kalıntılar ve Surlar
Alyos ve Manastır adalarında Bizans dönemine ait yapılar günümüzde hâlâ ayakta. Kız Adası’nda yer alan Apollon Tapınağı, Taş Kapı olarak bilinen antik kale kalıntısı ve Deliktaş gibi yapılar, bölgenin tarihi mirasını gözler önüne seriyor. Gölyazı’nın etrafını çevreleyen antik surlar ise bu tarihi köyü adeta bir açık hava müzesi haline getiriyor.

Mübadele İzleri ve Kültürel Doku
Gölyazı, 1924 yılındaki nüfus mübadelesiyle Selanik’ten gelen Türk göçmenlere ev sahipliği yapmış bir yerleşim. Bu değişimin izleri bugün hâlâ sokaklarda ve mimari yapılarda görülebiliyor. Osmanlı döneminde Türklerle Rumların birlikte yaşadığı köyde, 19. yüzyılda inşa edilen Hagios Georgios Kilisesi ve Manastır Adası’ndaki Hagios Konstantinos Manastırı Kilisesi hâlâ dikkat çekici yapılar arasında.
Ağlayan Çınar: Efsanenin Gerçekle Buluştuğu Nokta
Gölyazı’nın girişinde bulunan ve yaklaşık 750 yıllık olduğu tahmin edilen çınar ağacı, haftanın bazı günlerinde gövdesinden akan kırmızımsı sıvıyla dikkat çekiyor. Bu nedenle halk arasında “ağlayan çınar” olarak anılan ağaç, bölgenin sembollerinden biri olmuş durumda. Koruma altında olan bu doğal varlık, Gölyazı’nın ruhunu yansıtan en özel simgelerden biri.
Balıkçılık ve Geleneksel Yaşam
Gölyazı halkının geçim kaynağını tarım, turizm ve balıkçılık oluşturuyor. Uluabat Gölü’nde avlanan turna ve sazan balıkları yerel mezatlarda satılıyor. Geçmişte gölün simgesi olan kerevitler artık hikâyelerde yer bulsa da “Feki” adı verilen küçük balık türü hâlâ gölde yaşamını sürdürüyor.

Taş Sokaklar ve Göl Kenarında Yaşam
Gölyazı’nın Arnavut kaldırımlı dar sokakları, göl kenarına sıralanmış küçük lokantaları ve geleneksel fırınlarında pişen sıcak köy ekmekleri, ziyaretçilere sade ama özgün bir yaşam sunuyor. Sandallarıyla gölde balık avlayan kadınlar ve eski taş evler, bu köyde zamanın yavaş aktığını hissettiriyor.
Zambak Tepesi’nde Günbatımı
Gölyazı’nın en büyüleyici anlarından biri günbatımı. Özellikle Zambak Tepesi, göl üzerindeki adalar ve su çekildikçe ortaya çıkan söğüt kökleriyle etkileyici bir manzara sunuyor. Bu manzaraya tanıklık etmek isteyenler, günün son ışıklarıyla birlikte Zambak Tepesi’ne akın ediyor.
Nilüferlerle Bezenmiş Göl
Uluabat Gölü, özellikle yaz aylarında açan nilüfer çiçekleriyle eşsiz bir görsel şölen sunuyor. Göl, bu özelliğiyle doğa fotoğrafçıları ve romantik yolcular için vazgeçilmez bir durak haline gelmiş durumda. Gölyazı ve çevresi hem doğal hem de arkeolojik SİT alanı olarak koruma altında.

Gölyazı’ya Nasıl Gidilir?
Bursa şehir merkezine yaklaşık 42 kilometre uzaklıktaki Gölyazı’ya ulaşmak oldukça kolay. Bursa-İzmir karayolunun 37. kilometresinden güneye doğru saparak 5 kilometrelik bir yolculukla Gölyazı’ya ulaşmak mümkün. İzmir yönünden gelenler ise gölü geçtikten sonra yaklaşık 25-30 kilometre sonra sağa dönerek köye ulaşabilir.
Gölyazı, tarihi ve doğal zenginlikleriyle ziyaretçilerine eşsiz bir deneyim sunuyor. Gölün ortasında kurulmuş bu antik şehir, yüzyılların sessiz tanığı olmayı sürdürüyor. Eğer hem doğayla baş başa kalmak hem de tarihin izlerini sürmek istiyorsanız, Gölyazı mutlaka rotanızda yer almalı.
Havva ERTÜRK