Bazen kendimi aynada gördüğümde, “Ben bu sabah Siyah Yağmur Kurbağası gibi mi görünüyorum?” diye soruyorum. Hani şu Güney Afrika’da yaşayan, suratında hep bir “of yine mi pazartesi?” ifadesi olan minik dostumuz. Kendisi boyut olarak bir tenis topunu andırsa da, yüz ifadesi koca bir roman yazacak kadar derin.
Siyah Yağmur Kurbağası’nın bilimsel adı Breviceps fuscus. İsmiyle bile karanlık bir şarkı gibi… Yaşam alanı deniz seviyesinden 1000 metreye kadar yükselen dağlar, yani o da kalabalıktan kaçıp içe dönük yaşamayı seçmiş bir münzevi adeta.
Ama onu internette meşhur yapan asıl şey ne sesi ne de biyolojisi. Onu “viral” yapan şey, suratındaki o eksik enerji, hayata küsmüşlükle karışık dramatik ifade. Kim bilir, belki de o sadece sakin bir kurbağadır ama biz insanlar her şeyi dramatize etmeye meyilliyiz.
Belki de o yüz ifadesiyle kendimize benzettiğimiz için bu kadar bağlandık. Çünkü modern insan da onun gibi: küçük, yorgun, biraz gergin ve her an gökyüzünden düşecek bir damlaya bile tahammülsüz.
Ama işin ironik tarafı şu: Bu kurbağanın sesi bir çiğlık değil, tam tersine oldukça komik bir oyuncak sesi gibi. “Sıkılmış gibi görünen ama içten içe eğlenen” bir tip adeta. Bir karikatür gibi yaratılmış. Evrenin mizah anlayışı, işte tam burada saklı olabilir.
Siyah Yağmur Kurbağası bana hep şunu hatırlatıyor: Hepimizin bazen yüzü düşük olabilir. Hepimiz bazen kendimizi karanlık, nemli bir kayanın altına çekilmiş gibi hissedebiliriz. Ama dış görünüş aldatıcıdır. Belki de o anlarda bile içimizde cıvıl cıvıl bir ses vardır. Biz fark etmeyiz, ama doğa her şeyi duyar.
Kapanışta kendime ve size şunu diyorum:
Eğer bir gün hayattan sıkıldığınızı hissederseniz, Siyah Yağmur Kurbağası’nı hatırlayın. Onun kadar “bitik” görünüyorsanız bile, belki sadece sessiz sakin bir gülüşe ihtiyacınız vardır. Ya da kim bilir, biraz yağmur sesine…