Bazı hayatlar vardır, sahnede alkışlarla çiçeklenir ama kuliste kanar. Bazı kadınlar vardır, sesiyle hayata meydan okur ama susturulmak istenir. Bergen… Acıların Kadını… Sadece bir şarkıcı değil; bir kadın olarak susmayan, yılmayan, sahnede kalan, saçlarının arasına kaybettiği gözünü saklayan bir direnişin adıydı.
Belgin Sarılmışer adıyla başlayan ömrü, Bergen’e dönüştü. Çocukluğu Ankara’da geçti, müziğe mandolinle merhaba dedi. Devlet konservatuvarına adım attı ama hayatın yolları hep çetindi. Memurlukla geçimini sağlarken bir gece kulübünde sahneye çıktı. Ve işte o gece, Türkiye’nin kalbini acıyla saracak sesi doğdu.
Adını Norveç’in bir kentinden aldı ama kaderini Anadolu’nun derinlerinden yazdı. Arabesk yükseliyordu; toplumun bastırdığı duyguları, kadınların boğazına dizilen çığlıkları Bergen’in sesiyle yankılanıyordu artık. “Acıların Kadını” albümüyle milyonlara ulaştı ama o albüm aslında onun özetiydi: acılarla örülmüş bir ömür.
Bergen’in hayatını sadece müzikle anlatmak eksik olur. O, aşkın en tehlikeli haline kurban gitti. Kendisini ‘sevdiğini’ söyleyen adamın şiddetine defalarca uğradı. Ve bir gün, yüzüne kezzap atıldı. Gözünü kaybetti. Yüzü yandı. Ama sahneyi bırakmadı. Sol gözü yoktu ama sahne ışıklarıyla parlıyordu. O artık sadece şarkı söyleyen bir kadın değil, direnen bir semboldü.
Bergen’in acıları şarkılarına, şarkıları kadınların sessiz çığlıklarına tercüman oldu. Kadına şiddetin bu denli aleni yaşandığı bir toplumda, onun trajedisi hâlâ içimizi yakıyor. Kezzapla susturulamadı, saçlarıyla örttüğü gözü aslında görmemizi istediği her şeydi: “Kadınlar sevse de susmasın.”
Ve sonunda o malum gün… 1989’un bir yaz gecesi. Yıllar önce kezzap atan adam, bu kez silahını doğrulttu. Bergen 30 yaşında öldürüldü. Annesinin gözlerinin önünde. Sadece o gece değil, yıllarca öldürüldü. Mahkeme kararlarıyla, adaletin sessizliğiyle, toplumun “o da çok sevmese miydi” fısıltılarıyla.
Mezarı bugün bile demir kafes içinde. Çünkü mezarına bile rahat vermek istemeyen bir zihniyet var hâlâ bu topraklarda.
Ama Bergen ölmedi. Şarkıları yaşıyor. Gözünü yitirse de gözümüz oldu. Sesini kaybetse de dilimize dolandı. Her “Benimle Oynama” çaldığında, her “Acıların Kadını” söylendiğinde, bir kadın daha kendi hikâyesini hatırlıyor.
Farah Zeynep Abdullah’ın hayat verdiği Bergen filmiyle bir kuşak daha onunla tanıştı. Ama yetmez. Bergen sadece bir film değil, bir farkındalık meselesi. Bergen’i anlamak, kadınları anlamaktır. Onun şarkılarına kulak vermek, suskun kalmış kadınlara ses olmaktır.
Unutmayın; o sadece bir şarkıcı değildi. Bir kadın nasıl susturulmak istenir, ama susmadığı için nasıl ölüme yürür; işte onun adıydı Bergen.