Bugün baktığınızda, modern şehirlerin beton yığınları arasında Ulukurt’u göremezsiniz. Ama bir çocuğun gözlerindeki isyan, bir askerin yüreğindeki cesaret ya da yaşlı bir ozanın sözlerindeki sitemde onun izleri gizlidir. Çünkü o, bizim hikâyemizde hep vardı. Varlığımızın bekçisiydi. Geceleri yoldan çıkanları uyarırdı. Tehlikeyi sezdiğinde uluması, bozkırda yankılanan uyarıydı.
Peki, ne oldu da biz bu ulumuya sağırlaştık?
Cumhuriyetin ilk yıllarında bile, “Bozkurt” motifi bayrak kadar anlamlıydı. Atatürk’ün elindeki kalemle çizdiği bir idealdi o. Bugün ise bazı çevreler, Ulukurt’u ya unuttu ya da anlamından soyutlayıp sıradanlaştırdı. Oysa bu kurt, sıradan bir figür değil, devletin kuruluş felsefesiyle özdeşleşen bir inancın simgesidir.
Bu çağın insanı için Ulukurt; bir duruş, bir hatırlatma olmalı. Gücün sadece fizikte değil, iradede saklı olduğunu anlatan bir haykırış. Diz çökmemeyi, yön kaybedilse de yoldan çıkmamayı fısıldayan bir ses. Bu yüzden her Türk’ün içinde bir Ulukurt uykudadır. Ve bazı zamanlar gelir ki o kurt uyanır.
Kim bilir, belki de içinde bulunduğumuz bu karmaşık çağda Ulukurt’un ruhuna en çok ihtiyacımız olan dönemdeyiz. Belki de bozkırın sessiz gecelerinde yankılanan bir uluma gibi, yeniden kendi köklerimize dönme zamanıdır. Çünkü bir millet, simgelerini unuttuğu anda değil; onlara anlam yüklemeyi bıraktığında kaybolur.
Ve unutmayalım…
Ulukurt hâlâ orada… Sadece gözümüzü kapatıp kulak vermemizi bekliyor.
YORUMLAR