BAŞARI YOLUNDAKİ ENGELLER (3)

“Yetişme ve muvaffak (başarı) olma yolunun genç yolcusu! Bil ki tuttuğun yolda birçok tehlikeli geçitlerin ve yol kesen düşmanların vardır. Gerçi bunlara yalnız sen değil, hayat yolunun her yolcusu rastlayabilir. Fakat bu düşmanlar, senin gibi bir hayatın henüz eşiğindeki tecrübesiz masumlara musallat olmayı (sataşmayı)  çok sever. Seni bunlarla pençeleşecek ve bu düşmanları alt edecek silahın […]

BAŞARI YOLUNDAKİ ENGELLER (3)

“Yetişme ve muvaffak (başarı) olma yolunun genç yolcusu! Bil ki tuttuğun yolda birçok tehlikeli geçitlerin ve yol kesen düşmanların vardır. Gerçi bunlara yalnız sen değil, hayat yolunun her yolcusu rastlayabilir. Fakat bu düşmanlar, senin gibi bir hayatın henüz eşiğindeki tecrübesiz masumlara musallat olmayı (sataşmayı)  çok sever. Seni bunlarla pençeleşecek ve bu düşmanları alt edecek silahın yok değildir. Elverir ki, sen bu silahların kullanabilesin. Kullanmayı bilmez de bir defa alt olursan, bir dana belini kolayca doğrultamazsın. Müsaade et de sana, evvela, yolunu bekleyen düşmanları ve rastlayacağın tehlikeleri göstereyim.

“Muvaffakiyet (başarılı olma) yolunda senin bir düşmanın daha var ki, bu da kötü örneklerdir. Bunlar takıp takıştırmakla, kiminin ayağına çelme takmak, kiminin gözüne kül atmakla servete; mevkii ve şöhrete kavuşmuş; ehliyet (hak ettiklerinin) ve liyakatlerinin (layık olmadıklarının)  üstündeki yerlere oturmuş insan kılığındaki hayvanlar ve parazitlerdir. Gerçi bunlar bu gün değil, her devirde görüle gelmiştir. Her zaman insanların saflığından ve temiz yürekliliğinden istifade ederek (faydalanarak) kese doldurup ense şişiren açıkgözlere rastlanmıştır. Fakat zamanımızda bunlar görülmedik bir şekildi çoğalmıştır. Her yerde senin tecrübesiz ve masum gözlerine çarpan da bunlar oluyor. Karınca sabrı ile çalışıp kazanmaktaki emsalsiz hayatın tadını maalesef bunlar kaçırıyor.

         Her kötülük gibi, kötü örneklerin de içlerinin kötülüğünü kusan, zehirli bir lisanı ve felsefesi vardır. Bu felsefenin mihveri (ekseni) “ego centrisme” (ego santrizm) denilen sırf kendini düşünürlük ve kendini bütün varlıkların merkezi halinde ve her şeyin üstünde görürlüktür. Muvaffakiyet Prensibi de; “her ne suretle olursa olsun” mutlaka gayesine (hedefine) ulaşmaktır. Fakat hakikatte bunlar, insanlık dünyasının en alçak parazitleridir. Ve yukarıda verdiğim, iki formülün ifade ettiği ahlak düşkünlüğünü, bunlar bir zekâ eseri sanır, namuslulukla alay eder ve aldatmak suretiyle ulaşmayı bir muvaffakiyet (başarı) sayar.

         Sakın bunları hayatın için rehber alma. Şarlatanlığın ve parazitliğin debdebeli (göz kamaştıran) hayatından gözlerin kamaşıp da sakın namuslu çalışmanın emin neticesinden şüpheye düşme ve manevi kuvvetini kırma. İstikbalini karanlık bir tesadüfün cilvesine terk etme. Entrikacı (dalavereci) ve kombinezoncu (düzenci) zekânın kartondan köşküne imrenme. Ve bil ki hayatta insan olan, insana yaraşan yol, doğruluk ve namusluluk yoludur.

         Namusluluk, insanın vicdanı ile baş başa kaldığı zaman ona verece utandırıcı hesabı olmamak demektir. Bu ise, emin ol ki, mesut olmanın ve iç huzuru ile yaşamanın ilk ve en zaruri şartıdır. Huzur içinde insanca yaşamak istiyorsan, bunu yalnız doğrulukla bulabileceğinden emin ol. Ve şunu bil ki, hayatta muvaffak olmak demek, doğruluğun ve namusluluğun gösterdiği yolda yürümek suretiyle hedefe varmak demektir. Yoksa her hangi bir şekilde ve her hangi bir vasıta ile servete, şöhrete kavuşmak ve mevkii sahibi olmak değildir. Eğer böyle demek olsaydı, yakalanamayan hırsızlara, takipsiz kalan gâsıp (zorla sahip olanlar) ve katillere muvaffak olmuş adam nazarı (bakışı) ile bakmak lazım gelirdi.

         Yetişme ve muvaffak olma yolunda rastlayacağın tehlikeli düşmanlardan başlıcaları işte bunlardır. Gerçi bu arada kötü kitap ve kötü hocanın sana yapacağı kötülükten de bahsetmek ve seni bunlara karşı da uyandırmak icap ederdi (gerekirdi). Fakat bu son iki kötülükle uğraşmak sana değil memleketin maarif (eğitim) hizmetleri başında bulunanlara düşer.

         Dediğim gibi senin elinde bütün bu düşmanlara karşı koyacak kuvvetli iki silahın var.

İradeli olmak ve çalışmak. Şu halde, mesele, iradeyi terbiye edip; iyiliğin hizmetinde kullanmakta ve çalışmayı verimlendirmenin yolunu ve usulünü bilmektir. Bence senin her şeyden evvel muhtaç olduğun bilgi budur.”

         Diye haykıran Ord. Prof. Dr. rahmetli Ali Fuad Başgil, 1929 yılında üç fakülte, bir yüksekokul diploması ve hukuk doktoru unvanı ve donanımı ile öz yurdu Türkiye’ye döndü. Milli Eğitim Bakanlığı ile Ankara ve İstanbul Üniversitesi’nde hocalık ve idarecilik yaptı. 1961 yılında siyasi hayata atıldı. 17 Nisan 1967 yılında vefat etti.

         “Gençlerle baş başa” olmanın birikim ile donanım gerektirdiğini de düşünüyorum.   

Exit mobile version