Aydın Enes Erbaşı: Tebrik ederken bilgilerden birisini vermiş oldum az önce. Çünkü sizi bilenler, ikinci kitabın kısa öykülerden oluşan bir kitap olacağını bekliyordu ama yeni roman oldu. (Gülümsüyoruz)
Nuray Deri: Haklısınız. Öyle olacaktı ve aniden verilmiş bir kararla hâlihazırda bekleyen yerine, yeni bir roman… Hatta küçük bir tüyo; Gipsy Kings – No Volvere roman için kurgusunda önemli bir şarkı… Bir tane daha var o da sürpriz olsun. Banner videosunda zaten öğrenecek herkes.
A.E.: Yayınevi yine Siyah Beyaz Yayınları mı?
N.D.: Evet, Siyah Beyaz Yayınları… İlk romanım Tanrı’nın Öpücüğü kitabım için yeni yolumda, yanımda olmuşlardı. Hatırları ve vefayı önemserim. Biz artık aile gibiyiz Yayınevimle zaten. Eh! Söylemeden de edemeyeceğim; fanatik bir Beşiktaş taraftarı olarak yayınevinin adı Siyah Beyaz olunca ki kendileri de ailece fanatik Beşiktaş taraftarı olunca, bu güzel denk gelmeyi de bozmak öyle kolay olmazdı zaten. Hatta Beşiktaş ile ilgili yeni romanda dahası da var. Tatlı bir tesadüf yine… Ondan da bahsederim.
A.E.E: ikinci romanınız hakkında bilgi verir misiniz?
N.D.: Yeni romanın adı “Bana Kokunla Seslen” Yine koku… (Gülümsüyor) Artık bu konuda açık verdim. Zaaflarımdan birisidir seçkin, güzel koku. İlk romanda da çok üstüne basmıştım.
A.E.: Ve ikinci de komple öne çıkardınız öyleyse. N.D.: Öyle gibi görünüyor ama misyonu var. Ters köşe, gizem seviyorum yazılarımda ne de olsa! O nedenle söz vermeyeyim. A.E.: “Bana Kokunla Seslen”… Romanın içerik başlıkları nedir o zaman peki? N.D.: Her telden diyelim Aydın bey. Farklı bir kurgu… Ama çok cesur… Cinsellikten tutun da, argo, inanç, şehvet, mitoloji, eşcinsellik, çokça mizah, aşk, gizem, tutku yer yer de yine kalemimin kaçtığı olmazsa olmaz değerlerim… Çok şey! Bu arada çok cesur demiş miydim? A.E.: Evet. Demiştiniz. N.D.: İyi bir daha diyeyim. Çok cesur! (Gülümsüyoruz) 2 Nisan 2023 tarihinde aniden karar verip ve 3 Nisanda yazmaya başlayarak oluşan 29 günlük bir birikim… A.E.: Peki o zaman bu bilgileri verdikten sonra en başa dönüp baştan sona doğru gelelim mi? İlk romanınız “Tanrı’nın Öpücüğü” ilk olmasına rağmen ilgi gördü. Çıkalı da henüz 7-8 ay olmuş. N.D.: Doğrudur. A.E.: O da gizemli bir giriş yapmış aslında. Tıpkı yeni çıkacak romanınız gibi insanların bilmediği benzer bir hikayesi var demiştiniz. N.D.: Kesinlikle. Hatta; yine, yeniden bir çılgınlık! Neden böyle söylüyorum; çünkü ilk roman da zaman olarak benzer bir hikaye taşır. Teknik anlamda ben tek oturumda yazabiliyorum. Tabi bunu sonradan anlayacağım. Ve ilk romanı da bir ayda yazdığımı ailem ve çok yakınımda olan birkaç kişi biliyordu. Kısaca herkese özetleyeyim; şunu belirtmeliyim ki ilk kitap için ‘roman yazacağım’ iddialı bir karardı. Ama risk almam da benim için kaçınılmazdı. Zamanı önemseyen birisiyim çünkü. Bu arada ilk roman çıkmadan önceki son 1,5 yıldan bahsediyorum ama içi yazma eylemi ile ilgili gerçekten de çok dolu… Nihayetinde süreç yönetimi de gerekiyordu. Çünkü sosyal medyanın çok yaygın olduğu bir dönemde, hiç sosyal medya kullanmamış birisi olarak ilk romanımı yazmaya karar vermiştim madem, bir şeyleri değiştirerek işe başlamalıydım. Küçük bir araştırmayla ben Twitter’ı seçtim. Gerçi bu aralar İnstagram konusunu da çok söylüyorlar yine ama daha karar veremedim. Fazla geliyor bana. A.E.: Neden Twitter? N.D.: Bana daha çok hitap ediyordu sanki. Ben hiçbir zaman siyasi bir parti üyesi, parçası olmadım ama ülke benim de ülkem… Elbette siyaseti, gündemi takip ediyorum. Bunun yanında mizaha, spora, futbola da ilgili olduğumdan ve tahmin edeceğiniz üzere yazı dili daha faal bir platform olduğundan Twitter daha uygundu. Neyse, akabinde web sitemi açtırdım. Küçük yazılar, öyküler ekleyip Twitter hesabımdan paylaştım. Asıl o ara son bir yılda hızlandım paylaşımlarımda. Niyetim insanları kalemime aşina etmek, kısmen tarzıma hâkim yapmaktı. Çünkü gerçekten sıfırdan ve aniden start vermiştim. İnsanlara vaat ettiğim doneyi önce az da olsa tanıtmak daha adil geldi. A.E.: O zaman ilk romanınızı bir iki yılda bitirdiniz diyebilir miyiz? N.D.: Aslında hayır. Daha doğrusu hem evet, hem hayır… Nedenini de yakın çevremdeki birkaç kişi biliyordu sadece. Yani romanımı 2022’nin şubat ayında yazdığımı… Şöyle toparlayayım; 1,5 yıllık yaklaşık 40 bin kelimelik bir birikimi sildim ve bir ayda 65 000 kelimeden biraz fazlalık bir roman yazdım. Çılgınca değil mi? A.E.: Biraz da acımasızca… N.D.: Öyle… Ama bunu yaptım. Dedim ya gözlem yapmayı severim. Sosyal medyada da bu devam etti. İnsanların olaylara, gündeme reaksiyonlarını gözlemlerken, romanımın fazla cesur olduğuna karar verdim. En azından o dönem ve ilk roman için… Zaten ilk romanda kalemimi genel anlamda birkaç sebepten çok tuttum. Öyle olması gerekiyordu. Evirilemeyecek kadar girift diyaloglar vardı ve üç beş saniyede alınmış radikal bir kararla birden tüm birikimi sildim. Bilmiyorum, belki de kendimi gözlemledikçe, geliştikçe yazdığım şeyin dağınıklığından memnun olmayışımın etkisi de yok değildir bence. Sonra da bir ay boyunca kurguyu değiştirmeden sadece detaylarla oynayarak aralıksız baştan yazdım. Düşünün ki her iki kitapta da dünya ile tüm bağlantımı kesip, sadece yazıp, birkaç saat uyuyup yine yazmaya devam ettim. İlginç iki tecrübeydi. Sanırım en çok da fazlasıyla yorgun düşen gözlerim için… Gerçi bu defa hem gözlerim ağrıyor, hem de belim. Her yeni kitap da yeni bir sağlık sorunu yaşayacaksam işim var böyle! (Gülümsüyor) A.E.: Geçmiş olsun. Çok sert, yoğun bir odaklanma… N.D.: Sanırım… Romansa sadece bu şekilde tek seferde yazabilirim, artık belli bu. Yazmak istediklerimle, kafamdaki okur kitlesinin görmek istediklerinin ortalamasını alarak… Bu. Sadece ‘ben’ olmaz, sadece ‘okur’ da olmaz çünkü beni yansıtmaz. Ben demişken çok sormuşlardı; kendimi, tamamen hiçbir zaman yazmam. Sadece anlık romandaki kişilerin ruhlarına karakteristik bir dalar çıkarım o kadar. Orada kalmam. Beni çok aramışlar romandaki karakterlerde. İlk romanda çok salındım ama bu romanda farklı… A.E.: İkinci romanı sormak için sabırsızlanıyorum ama bu açıklama üstüne sizden de bahsedelim mi? Çünkü sosyal medya, web siteniz ve haber bültenlerinde geçen bilgilere de baktım ve hep kaçınmışsınız özelinizden. Sizi sizden dinleyebilir miyiz? Nuray Deri kimdir? N.D.: Tabi, bahsedeyim; aslen Balıkesirliyim. 14 yıldır işim gereği farklı illerdeydim. Bir yıldan biraz fazladır da tayinim nedeniyle nihayet memleketim Balıkesir’de yaşıyorum. Çoğu insan gibi ben de memleketine düşkün olanlardanım. Elbette içinde ailem oluşu çok büyük etken… A.E.: Yine çok fazla bilgi olmadı sanki! N.D.: Bu da karakteristik… Oldum olası kendimle ilgili fazla bilgi vermekten hoşlanmadım. Hatta benim hayatımda iş ile özel/sosyal hayat hep keskin ayrılmıştır birbirinden. Son dört beş ay biraz elimde olmayan nedenlerden dolayı paralel gitti ama yakında tekrar çözeceğim bu konuyu. Birbirinden bağımsız, izole çok severim çoğu şeyi. Kontrolüm dışı bilgi, soru almayı sevmem. Sormam da… Çevremdeki insanlar da hâkimdir bu yönüme. Bu röportaj sayesinde bir seferde bitireceğim bu konuyu. Vaktim de yok. Zaten gözlerim yetmezmiş gibi belim de ağrıyor. (Gülümsüyor) Cesur kelimesi gibi bazı şeyleri şimdiden sık sık söyleyeyim ki geçit açayım kendime. A.E.: O kadar mı cesur? Biraz bahsetseniz olur mu? Sonra da biraz özel hayat demeye çalışalım. N.D.: Sanırım o kadar cesur, evet. Hiçbir konuda seksist bir insan değilim. Homofobik olmamaktan tutunda, kadın erkek karakterlerini cinsiyete mal etmemeye kadar hiç hatta. Romanda gülerken insanları kategorize etmemek, aşağılamamak adına bakış açımıza farklı bir derinlik getireceğiz. Tabi görebilene… Ve çoğunluk… Bence her çoğunluk haklı değildir çünkü doğru bazen bir olmadığı gibi bazen de yoktur. Burada da eşcinsellerin mağduriyetlerinde salınacağız romanda biraz. Ve inanç… Öteki beriki yok! Hepsi ve fazlasıyla benim gözlemlerim, hayal gücüm, bilgi birikimimle biraz da mizah, argo ve metafora sığınıp cinselliği de peşimize takarak kendini bir günde var eden kurgumda kaybolacağız. Yeterli bir biraz oldu sanırım. A.E.: Nasıl isterseniz… Aile ve iş de dâhil sizden bahsedelim mi o zaman? N.D.: Tabi… İş konusu web sitem, kitabımın arka kapağı ya da diğer yerlerdeki biyografide yazanlar kadar olsun. O kadar kalsın istiyorum. Bir tek şunu söylemeliyim; öğretmen değilim. Hep -öğretmen misiniz?- sorusuyla karşılaşıyorum. Çok kez – değilim- demiştim. Öğretmen değilim. Ailede çok az esneyelim hadi; ailemle yaşamıyorum onlar bana bir saat uzaklıkta ilçede. Ben merkezdeyim. Ama kısa zamanda mutlaka burada bir sahil kenarına yerleşeceğim. Erdek ya da körfez tarafı düşünüyorum. Denizi çok seviyorum. Uyandığımda yine yanı başımda olsun, orada dursun istiyorum. Neyse iki kardeşiz. Abim var. İtiraf etmeliyim ki öyle yokluk görerek büyümüş çocuklar değiliz ikimizde. Hatta hiç… Aksine babam her zaman her şeyi abimle bana erken ve eşit sundu. O nedenle kız çocuğu ile erkek çocuğuna aynı imkanları ve sevgiyi, aynı anda sunmanın önemini ben daha çocuk yaşımda ilk babamla öğrendim. Çocukları için her ikisi de tek bir şeye fokuslanmış; okuyacaklar, o kadar! Kendince bence babam bizi özgürleştirerek eğitime uçurmaya çalıştı. Abim de, ben de ikisiyle de arkadaş gibiyizdir. Oturup çocuklarıyla içmeyi, gülmeyi, mangalı, maç izlemeyi, sohbet etmeyi seven bir baba ve eşi ile çocuklarına kendini adamış bir anne… Abimle birbirimize düşkün büyüyelim istemişler hep. Başarılı da olmuşlar. Beş yaşında ilkokula başlanır mı? Ben başladım. Sebep –abisinin arkasından çok ağlıyor- Hala gözümün önünde o babamın öğretmene ısrar edişi… Boyum uzun diye ikna oldu da. Sonra tabi ben liseye geçince baktım mezun olunca hiçbir sınava giremeyeceğim yaştan, bu defa da gelip gidip diyorum ki –niye büyümüyorum ben, herkesten yaşça küçüğüm, yaşımı büyütün.- Gözüme kurum sınavlarını kestirmiştim çünkü ama yaşım çoğuna tutmuyordu. Neyse onunla da ilgilendiler yaş büyütüldü ama sonuç ne oldu; kazandım zannettiğim yılları liseden mezun olduğum yaz geri kaybettim. Annem hep der ki –babanız en çok bir tarafınızı kesersiniz, kolunuzu bacağınızı kırarsınız diye korkup sakındı sizi. Hep de başınıza bunları getirdiniz- der. Haklı… Elime ekmek bıçağı bile aldırmazlardı ama ben gittim hart diye çay bardağına bastım. Yetmezmiş gibi iki üç de adım attım üstüne. Panik halinde olduğum bir andı. Babaannemin rahatsızlandığı haberini alıp oraya koşturmuştuk. Zaten ağzı kırık bardağın yerde oluş sebebi bu. Biz de çok düşkünüz tabi dede ve babaanneye. Neyse iki yıldan biraz fazla zamanda bile zor iyileşti. Herkesin hayatında bir kırılma olduğunu düşünürüm. Sayısı 3-4’ü geçmeyen dönüm noktaları hani… Benimkinin biri buydu biliyorum. Hayat işte! Bu kazayla benden o yaş büyüttüğümüz yılları misliyle geri aldı. Hatta sınava çalışmaktan soğutarak daha fazla bedelle… Bu arada o zaman bu zaman pek bir şey değişmemiş anlaşılan. Dün evde elimin üstünü yaktım mini fırında. İş yerinde de bir gün önce elime zımba teli girdi. Görünmez kaza konusunda uzuvlarımı sakınmakla alakalı ciddi sorunum var gibi… Belli ki yıllardır çok da ilerleme kat edememişim. (Gülümsüyor) A.E.: Geçmiş olsun. Kötü olmuş. Aslında hepsi ama ayağınız tabi daha büyük bir kaza… N.D.: Teşekkür ederim. Yürüyüş ya da iz olarak hiçbir kalıcı hasar bırakmadı. Spor yapma alışkanlığı olan birisi olduğum için yıllar sonra şimdilerde zorluyor biraz. Maksimum 45 dakikadan sonra devam edemiyorum spora. İnce tabanlı ayakkabı giyemiyorum. Ayakta uzun süre kalamıyorum. Yani yaşam kalitemi kısıtladı biraz. Velhasıl bir şeye sahip olup da kaybetmenin ne olduğunu üç ay hiç yataktan çıkamayınca o dönem 14-15 yaşlarında anladım ilk. Ama geçiciydi. Asıl yıllar sonra dedemi kaybedince anladım. O hiç geçmedi işte! Hayatta her şey başkalarının başına geliyor sanarak yaşarken, ‘paaat’ diye ölüm kelimesinin gerçekliği çarpıyor yüzünüze. Bu kez kimlikte değil ama yirmili yaşların ortalarında olmama rağmen, işte asıl o zaman ben ilk kez birden büyüdüm. Dedemi kaybedince… Herkes ne kadar kazanırsa kazansın, er ya da geç daha bitişe gelmeden, yolda kaybettiğini göreceği bir döngünün içinde dönüp duruyor bence. Ve tepeden bakanlara kötü bir haberim var; onlar da yolda kaybedecek, çünkü herkes eşit. Ötekileştirmeyi, kibri/kibirlileri, metaları seven birisi değilim. Tamam konforuma, alışkanlıklarıma mutlu olmaya ben de düşkünüm fakat kadraja ince bakmaya çalışan bir çabam var en azından. İnce bakarken de sadece vicdanı arıyorum, o kadar! Hümanist, feminist değilim, çünkü o denli yüce gönüllü değilim ama yine de ne görmeye çalıştığımı ve çok temiz şeyler aradığımı biliyorum. Özel, sıra dışı, farklı ve iyi şeyleri severim. Alışkanlıklarını da seven ama hiçbir şeye körü körüne bağlanmayan, bağlanamayan birisi… Değerlerim dışında… Yani 4 şey dışında; ailem, vatanım, Atatürk ve Beşiktaş… Geri kalan her şeyden ama her şeyden vazgeçebilirim. Bağlanamama sorunum var zaten. Evlenmenizi isteyen bir anneniz varsa ve siz evlenmeyi düşünmüyorsanız bu konu gerçekten de büyük bir sorun… Her kimse artık yakacak el oğlunun başını. Sırf üzülmesin diye anneme –Tamam, düşüneyim karşıma ilk çıkanla, sıkılırsam boşanırım hemen ama- diyorum. Onu da kabul etmiyor. Bu aralar yeni bir şey fark ettim; yazarlık konusunda en sıkı destekçilerimden ve bir tek ben yazarken evlenme konusunu asla açmıyor annem. Müthiş değil mi ya! İki üç hafta sonra bir roman daha yazıyorum dersem hiç şaşırmayın. Çünkü bilin ki bu kez sırf annemi susturmak için yazıyorumdur. Ve emin olun bir aydan çooook uzun sürede de bitirmeye niyetim olmaz. O ne zaman sinsi planıma uyanırsa artık!(Gülüyoruz) A.E.: Yoksa ikinci romanı yazma nedeniniz anneniz mi? (Gülümsüyoruz) N.D.: Henüz değil ama sanırım bir gün sus payı diye evet. Yavaş yavaş toparlarsak neden öykü kitabından vazgeçtiğimden bahsedeyim sonra romana geçelim. Benim için milli şuur, vatan, şehitlerimiz, aile, çocuk, hayvan, emek, maneviyat, vicdan gibi kelimeler çok önemlidir ve öyle de devam edecek. Biz özel bir milletiz… Acılarında sıkı sıkıya birbirine kenetlenen; zora, dara düşünce tek yürek olan asil bir millet… Haliyle saydığım o başlıklarda yazarken ister istemez dokunuruz acılarımıza. Öyle bir kısa öykü kitabıydı. Fakat maalesef ülkemizin başına gelen deprem felaketi nedeniyle öykü kitabını bu yıl çıkarmak istemedim. O kadar çok acı çektik, ağladık, üzüldük ki yaralarımızı sarmaya çalışırken daha da üzmek içimden gelmedi. Genel bir özelliğimdir; insanları da kendimi de dibe çekmeyi sevmem. Dram bu demek değildir çünkü. Uzun da tutmam kalemimde. Hatta akabinde keskince mizaha sığınır, kaçarım. Buna alışsalar iyi olacak. Seviyorum çatışıklığı artarda eklemeyi. Sıkılmamı da engelliyor hem. Elbette o başlıkların olduğu kısa öykülerden oluşan kitaptan vazgeçmedim. Sadece bu sene değil… Benim için önemli çünkü bunlar… Ülkem için iyi yetişmiş bir nesil görmek istiyorum ben. Geleceği sahiplenmek… Eğitimli, cesur özgür gençler görmek istiyorum. Özgür ama milletinden –ah!- sesi gelince hemen yüzünü onlara, bayrağına, değerlerine dönen, köklerini sahiplenen ve yine söylüyorum mutlaka özgür… Belki de hiç evlenmeyeceğimden ki bu dünyanın öyle ille de ürüyeceğim güdüsüne uygun bir yer olduğunu da zaten düşünmediğimden; belki de bir çocuğum olmayacak ama yine de konuyu sahipleniyorum ve şunu söylüyorum; sizlerin çocukları, ülkemin çocukları için en iyisi olsun! (Gülümsüyor) Böyle söyleyince yine aklıma bir şey geldi. Bazen; çocuğum olacaksa bir tane ve oğlum olsun derim. Bana göre işgüzar, onlara göre düzelttiğini zannedenler şöyle derler –öyle deme sağlıklı olsun da…- Gülerim ben de. Yahu ben kız çocuğunu şımartan, el bebek gül bebek büyüten bir babanın kızıyım. Ayırıyor ya da yukarıda anlattım; sağlığı dilemiyor olabilir miyim? Asla! Çocuk bu zaten! Ayırmaksızın sevilir, korunur, eğitim sunulur. Benimkisi sadece hayallerime daha uygun olduğu için. Umarım futbola ilgisi ve yeteneği de olur. (Gülümsüyor) Hemen sabote ediyorlar oğlumun kariyerini. Hah! İşte konu tam da bu; fikirlerimizi özgürleştirmek ama değerlerinizi inciten bir durum yoksa da fikirlere de saygı duymak, alan açmak. Ve buradan da şimdi romana geçebiliriz işte! A.E.: Peki… Öykü kitabı askıya alındı tamam. 2 Nisan 2023 tarihinde ne oldu da birden 29 günde yeni bir romana karar verildi? N.D.: Aynı gün askıya alındı aslında. Burada biraz girizgah yapalım; özgür ruhlu, çabuk sıkılan, zeka müptelası, ketum, mesafeli, kitapları, yaratıcı zekanın tüm ürünlerini, mizahı çok seven, mutluluk odaklı birisiyim. Dikkatimi çeken şeylerin derinliğine iner, araştırır, okur tatmin olana kadar da peşini bırakmam. Ve bunları genelde unutmam da… Böyle birikirim. Uzun süredir dikkatimi çeken bir şey vardı. Hatta bir süredir baktığım ama bir detayında birden dikkatimi çekip gördüğüm, gördükten sonra da daha da incelttiğim bir şey. O kadar temiz ki sanırım bu kadar iyi bir şeyle henüz karşılaşmadığımdan dikkatim de dağılmadı. Normalde dağılır da… Detay ve gözlemle aram gerçekten iyidir. Sanırım gördüğüm o şeyin daha önce fark ettiğim acısına, derinliğine o gün çok sert çarptım ve birden bilgilerim, öfkelerim, haksızlıklar, gözlemlediklerim, tuttuklarım, güldüklerim zihnimde patlayıp ortalığa saçıldı. Sabahtan o günün öğleden sonrasına kadar koskoca bir kurgu birleşerek özgürce tamamladı kendini beynimde. Biliyorum; yazmasam bir gece vakti kendi parmaklarım uykumda boğardı beni. O akşam Beşiktaş derbisi vardı. Yendik. Yenmesek birkaç gün rötar yapardı. Ama yendik. Ertesi gün romana başladım. Araya imza günü yolculuğum girmeseydi muhtemelen 26-27 günde biterdi. Ama her şeyde bir hayır var sanırım ve böyle bittiğinde de yine başka bir derbi sonrasıydı. Yine yendik. Beşiktaş’tan Beşiktaş’a çizilmiş 29 günlük galibiyet çizgisi. Ne derbiler ve ne roman anısı ama… Bir iki ilginç şey daha oldu süreç içinde. 15 Nisanı hiç unutamam sanırım. Gece hiç uyumamıştım yine ki zaten yazdığım sıralar çok çok az uyuyordum. Özel bir çabadan değil, içimden uyumak gelmiyor o süreçte. Mental bir yorgunluk var üzerimde haliyle. Öğle saatinde gündüz sadece birkaç saatliğine gözlerimi dinlendirmek için uyumayı düşünürken aklıma bir alışkanlığımı çok özlediğim geldi. Her şeyi durdurup sadece romana odaklandığım için keyif aldığım şeyleri de askıya almıştım tabi… Nasıl yoğunlaştıysam rüyamda gördüğüm şey uyumadan düşündüğüm şeydi. İnanılmaz iyi gelmişti bana. Sıfırladı beni resmen. Bir onu hiç unutmam bir de 24 Nisan gecesini… İşte tam burada bir açıklama yapmalıyım; romanda her şey kurgu… İki şey dışında; iki isim… Karakter değil ama sadece isim… İki ismi ne olduğunu aradım en başta. Mutlaka bulmalıydım o isimleri. Velhasıl birini araştırıp buldum, diğerini bulamadım. Dedim ki istediğim olmadı herhangi bir isim bulayım ve unutmamak için güzel bir sebeple kendimce kodladım karakterin ismini. Roman bitmek üzere… Aralarda hatta abim ve yakın bir dostuma telefonda romandan 3-5 satırlık yerler de okumuşum. 24 Nisan gecesi tesadüfen bir yazı okudum bir yerde. O yazıda iki şey vardı. Birisi arayıp da bulamadığım isim, diğeri de romanımda geçen kendime ait bir özellik. Aynı cümleler… İsim, bulamadığım için bir gerekçeyle kodlayarak koyduğum isimle aynıymış meğer. Yetmezmiş gibi kodladığım gerekçeyle de muhtemelen o ismi alma nedeni aynı… Çünkü orada bir isim daha vardı. Velhasıl iki isim olmazsa olmazı tek gerçeği olsun demiştim en başta ve biri bilerek, diğeri de milyonlarca isim arasından nasıl olduğunu hala anlamadığım şekilde ve aynı sebeple biri bilmeyerek öyle oldu. Dağıldım resmen. İnanılır gibi değildi çünkü. Yine o yakın dostum dediğim kişiyle önce yazıştık konuyla ilgili, sonra telefon etti. Romana da biraz hakim olduğundan, o da inanamadı hatta okuduğu şeye. Ertesi günün akşamına kadar tek harf yazamadım. Dedim ya sileceğim, ya da bitmesine ramak kala olduğu yerde böyle kalacak bu roman! Arada arkadaşım yokluyor beni-sakın silme bak- diye… İlk romanı çaaat diye sildiğime hakim olduğu için… Dibe çekilmeyi sevmediğimi söylemiştim; işte sağa sola sataşıp gülecek bir şey araya bula, zar zor tekrar odaklanıp devam ettim. Neredeyse yine radikal bir kararla vazgeçiyordum. İki üç gün sonra da bitti zaten. Unutmadan; bu romanda ilk roman gibi ara sıra karakterlere girip kendimden bir şey koyduğum sadece iki karakter var. Diğer hiçbir karakterde yokum. Bir de ilk romandaki geleneksel aile yapısı ve dostluk var yine. Sebebi de iki roman, kendi zamanlarında belki bir bağ kurar ileride. Bakalım… (Gülümsüyor) Ah! Unutuyordum son olarak; seçimden sonra İstanbul’da imza günüm var, sanırım sonra da Kuşadası ve sonrası diye devam ediyor yine. Tarihleri duyuracağız. Aydın bey sizlere ve bu keyifli yolculukta eşlik eden okur ve emeği geçen diğer herkese teşekkür ederim. ÖZEL HABER