Türkünün hikayesinin temeli, köydeki zengin ve tanınmış bir aileye dayanıyor. Mehmet Şevket Efendi, bölgenin en varlıklı kişilerinden biriydi. Eşi Şöhret Hanım ise güzelliği ve zarafetiyle tanınırdı. Çiftin oğlu Zekeriya, askerlik görevini yapmak üzere Sarıkamış’a gönderildi. Ancak Zekeriya’nın askerliğe başlamasıyla birlikte, köyde hiç beklenmedik bir felaket başlar.
Zekeriya, Enver Paşa’nın komutasında Sarıkamış’a gönderilirken, zeytin ağaçlarıyla çevrili köydeki yaşam devam etmektedir. Şöhret Hanım, oğlunun askerlik görevi için hazırlıkları yaparken, tarlaya gittiği zamanlarda her zaman en güzel giysilerini giyer, çevresindeki zeytin ağaçlarının ve kekliklerin arasında hayata dair umut dolu bir iz bırakır. Ancak, oğlunun şehit düşeceği o karanlık gün gelene kadar, köyde hayat huzurlu ve zeytin kokularıyla doludur.
Sarıkamış’ta Zekeriya ve diğer askerler büyük bir fırtınanın ve dondurucu soğuğun içinden geçerken, açtıkları yollar sürekli karla kapanmakta ve askerlerin morali giderek düşmektedir. Zekeriya, yolda ilerlerken karla kaplı bir kuyuyu fark etmeden içine düşer ve şehit olur. Bu acı haber, Güre Köyü’ne ulaştığında ise köy halkı büyük bir üzüntü yaşar.
Şöhret Hanım, oğlunun ölüm haberini alınca adeta yıkılır. Acısıyla baş başa kaldığı anlarda, köyün keklikleri aklına gelir. Oğlunun kaybıyla derin bir ızdırap yaşayan Şöhret Hanım, bu acıyı hafifletmek için bir ağıt yakar. İşte bu ağıt, zamanla köyün ve Balıkesir’in en tanınmış türküsü haline gelir: “İki Keklik”. Türkü, bir annenin kaybettiği evladına duyduğu sevda ve acının en saf ifadesi olarak yüzyıllardır dillerden düşmemektedir.
Bugün, Balıkesir’in bu unutulmaz türküsünü dinlerken, sadece bir halk hikayesi değil, aynı zamanda bir annenin yüreğindeki sonsuz acıyı da hissederiz.
HABER MERKEZİ