1689 İngiliz İnsan Hakları Bildirgesi, 1776 Virginia Haklar Bildirgesi ve Amerika Bağımsızlık Bildirgesi ve de 1789 Fransız İnsan ve Vatandaş Hakları Beyannamesi ile ilk kez resmen açıklandı. Günümüzde bu görüş, çağdaş ve demokratik rejimlerin temelini oluşturmak için 10 Aralık 1948‘de İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi imzalandı. Türkiye Cumhuriyeti Devletimiz de İnsan Hakları Evrensel Bildirgesini TBMM’de 01 Nisan 1949 tarihinde kabul ederek onayladı. O gün bu gündür, “Dünya İnsan Hakları Günü” olarak kutlanmaktadır.
Beyannamenin önsözünde:
“İnsanlık ailesinin bütün üyelerinde bulunan haysiyetin ve bunların eşit ve devredilemez haklarının tanınması hususunun, hürriyetin, adaletin ve dünya barışının temeli olmasına, İnsan haklarının tanınmasına ve hor görülmesinin insanlık vicdanını isyana sevk eden vahşiliklere sebep olmuş bulunmasına, dehşetten ve yoksulluktan kurtulmuş insanların, içinde söz ve inanma hürriyetlerine sahip olacakları bir dünyanın kurulması, en yüksek amaçları olarak ilan edilmiş bulunmasına …. bizzat üye devletler ahalisi, gerekse bu devletlerin idaresi altında bu hakların dünyaca tanınmasını ve tatbik edilmesini sağlamaya gayret etmeleri için iş bu İnsan Hakları Evrensel Bildirgesini ilan eder.” Denilmektedir.
İnsan Hakları, tüm insanlığı ilgilendiren haklardır. Bu nedenle sadece, ülkelerin iç sorunu olarak görülmemelidir. Eğer ülkelerin iç sorunu olarak görülürse, devletler insan hakları konusunda keyfi davranışlarda bulunabilir. “Vatandaş, benim vatandaşım değil mi? istediğimi yaparım, kimse bana karışamaz” diyebilirler. Ayrıca İnsan Hakları, devletlerin iç sorunu olarak görülürse geliştirilmesi de mümkün olamaz.
İnsanda akıl, bütün kötülükler gibi iyiliklerin de kaynağıdır. Bizzat insan kişiliğindeki değeri kabul etmeden, doğru bir sosyal davranışa gidilemez. İnsanın değeri bilinmeyen toplumlarda kıymeti bilinecek insan da yetişemez. Onun için, bizim insanımızın ilk öğreneceği konulardan biri, insanlarımızı tanımak, ölçmek, değer ve kıymet bilmeyi öğrenmektir. Bunu başaramadığımız takdirde, milli ve manevi hayatımızın her alanında Diyogenes gibi fenerle insan aramaya mecbur oluruz. Döneminin insanları ahlak ve karakter bakımından çürük ve de kusurlu olan Diyogenes (Sinop doğumludur), sokaklarda elinde fener, dolaşır dururmuş ve kendisinden ne aradığını soranlara: “Adam arıyorum, adam !” diye cevap verirmiş. Tabii ne demek istediğini düşünebiliyorsunuzdur.
Sezar, bir zamanlar Roma ordusunda nefer bile olamamış ve azat edilmiş bir kölenin oğlunu Mısır’a Vali atamıştır. XI. Louis, berberine vezirlik payesi vermiştir. Bu örneklerin hepsi değişik şekillerde olmakla beraber, insan eşitliği ve insanların bilgi, beceri ve dahiyane zekalarından yararlanma konusundaki bilimsel gerçeği kavramış şahsiyetlerdir.
Tüm insanlar, doğuştan bir babanın çocuklarıdır. 02 Kasım 2000 tarih ve 24218 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan, İl ve İlçeler bazında İnsan Hakları Kurullarının Kurulması hakkındaki yönetmelik çerçevesi aydınlığında haklarımızı bilelim, birey olarak üzerimize düşen ödevlerimizi de yapalım. AB ile aramızda sorun olan olumsuzlukları giderelim. O zaman hürriyet kendiliğinden gelecektir. Milli varlığımıza ve uluslar arası bütünlüğe saygı gösterelim. Barış bir savaşın sonu değil, bitmeyecek ak günlerin başlangıcı olur. Yaşarken iyi bir ölüme hazırlanmasını öğrenelim. Ruhumuzda yüksek emel ve arzuların, mutluluk verici ümitlerin meşalesini daima yanık tutalım. İyi vatandaş, iyi insan olma yolunda kararlı adımlarla ilerleyelim. Bunları yaptıktan sonra bekleyelim. Sinmeyerek, ümitsizliğe kapılmayarak, hareketsiz ve çabasız da kalmayarak her güzelin, her iyinin ve her doğrunun yaratıcısı olan insanlık onurunun zaferini bekleyelim.
Hindistan’ın bağımsızlık ve özgürlük sembolü Mahatma Gandi’nin “Kendinizden başka kimse size kötülük edemez” dediği gibi düşünüyorum.